Gerek doğal güzellikleri gerek jeopolitik konumu nedeniyle iştah kabartan şehirlerimizden Hatay, ülkemiz için stratejik önem arz eder. Hatay'ın jeopolitik konumu onu tarihin birçok evresinde vazgeçilmez bir şehir olmasını sağlamıştır. Kaçınılmaz olarak Hatay bir ticaret merkezidir. Tarihten biliriz ki ticaret yolları üzerinde bulunan tüm şehirler hem sosyoekonomik açıdan çok gelişmişlerdir, hem de askeri açıdan korunması gereken yerler olarak görülmüşlerdir. Ayrıca Hatay 19.Yüzyıldan itibaren sanayileşme ile devletlerin ham madde ihtiyaçlarını karşılayabilen yer olmuştur. Musul'dan çıkan zengin petrol kaynaklarına geçiş sağlamaktadır. Vazgeçilmezlik bununla bitmemektedir. Hatay'ın iklimi ve verimli toprakları da bu şehri oldukça cezbedici kılmaktadır.

Hatay'ın tarihi serüvenine bakıldığında birçok medeniyete ev sahipliği yaptığı görülür. Hatay, Hititlerin mevkisiydi. Hitit imparatorluğunun yıkılışından az önce bu bölgede bağımsız bir Hitit devleti kuruldu. M. Ö. 6. asırda Perslerin istilasına uğradı. Bilâhare Makedonya Kralı İskender, Anadolu'yu işgal ve Pers Devletini yenerek bu bölgeyi de istilâ etti. İskender'in ölümünden sonra Makedonya İmparatorluğu, generalleri arasında taksim edildi. İskender'in generallerinden Birinci Selevkos Asya İmparatorluğunu, Birinci Selevkos'un oğlu Birinci Antiochus, Hatay bölgesinde Antakya şehrini kurdu.

Hazret-i Ömer'in halifeliği sırasında 638'de İslâm ordusu Antakya'yı fethetti. 331 sene süren İslâm hâkimiyetinden sonra Bizans İmparatoru Nikeforos Fokas, Müslümanlar arasındaki iç savaşlardan istifade ile şehri geri aldı(969). 115 sene Bizans'ın işgali altında kaldıktan sonra Anadolu fatihi ve Türkiye Selçukluları Devleti hükümdarı Kutalmışoğlu Birinci Süleyman Şah, 1084'te Antakya'yı fethederek, Türk topraklarına kattı. 1086'da Süleyman Şahla Alparslan'ın oğlu Sultan Tutuş (Suriye Selçukluları hükümdarı) arasında çıkan iç savaş sırasında Kutalmışoğlu Süleyman Şahın vefat etmesiyle şehir, Tutuş'un hâkimiyetine geçti.

1071 Malazgirt Zaferinin intikamını almak, Türkleri Anadolu'dan atmak, Kudüs'ü ele geçirmek ve İslamiyet'i imha etmek maksadıyla Avrupa Hıristiyanları, Haçlı seferleri tertiplediler. Bu seferlerden ilki olan Birinci Haçlı Seferinde 600.000 kişilik bir Haçlı ordusu Anadolu'ya geldi. Bunlardan 500.000'i Türkiye Selçukluları Sultanı Birinci Kılıç Arslan tarafından gerilla savaşları ile imha edildi. Geriye kalan 100.000 kişilik Haçlı ordusu, 21 Ekim 1097'de Antakya önlerine geldi. Şehri Türk komutanı Yağıbasan Bey savunuyordu. Kuşatma 7,5 ay sürdü. Antakyalı birkaç Hıristiyan 5 Haziran 1098'de kale kapılarından birini açarak Haçlı ordusunun gizlice Antakya'ya girmesini sağladılar. Kaleye giren Haçlılar, Müslümanları ve hatta Hıristiyanları kılıçtan geçirdiler. Selçuklu Sultanı, bu mühim şehri geri almak için Kerboğa Bey komutasında büyük bir Türk ordusunu gönderdi. Antakya düşmek üzereyken bir papaz, hazret-i İsa'nın bağrına saplanan mızrağı buldum yalanını söyleyerek Hıristiyanları coşturdu ve Antakya'yı Türklerin geri almasını engelledi. Burası merkez olmak üzere bir Haçlı Prensliği kuruldu. Kudüs'e yönelen 100.000'e yakın Haçlı sürüsü, Kudüs'ü işgal edince camilere sığınan Müslümanları katlettiler. Camilerde Haçlı süvarilerinin atlarının karnına ulaşan kan gölü meydana geldi. Kudüs Haçlı Krallığına bağlı olan Antakya Haçlı Prensliği, 170 sene Antakya'ya hâkim oldu. 19 Mayıs 1268'de Türk-Memlûk Sultanı Baybars, Antakya'yı geri alarak 170 sene bu şehre kan kusturan Haçlı Prensliğini ortadan kaldırdı.
Şam, Halep, Lazkiye, Hama ve Humus ile rekâbet edemeyen Antakya, gerilemeye başladı. Osmanlı Sultanı Yavuz Sultan Selim Han, 1516'da Mercidâbık Zaferi ile Suriye ve Hatay'ı Osmanlı Devletine kattı. On yedinci asırda Antakya 5 sancaklı Trablusşam eyâletine (beylerbeyliğine) bağlı bir kazâ merkeziydi.

Yirminci asrın başlarında 1. Dünya savaşının patlak vermesiyle Osmanlı kendini büyük bir felaketin kıyısında buldu. Devletin dört bir yanı ateş içindeydi. Verilen şehitlerin yapılan hataların haddi hesabı yoktu. Gerek kritik mevkideki şahıslar gerekse kritik bölgelerdeki yanlış stratejiler vesilesiyle Cihan İmparatorluğu Osmanlı, tarihinin en büyük yenilgisi ile yüz yüze geldi. 30 Ekim 1918 Mondros Mütarekesi ile yeni bir dönem başladı ve 13 Kasım 1918 günü İstanbul'a asker çıkaran İtilâf Devletleri ülkenin önemli bir bölümünü işgal ettiler. I. Dünya Savaşı sırasında yaşanan ağır savaş kayıpları orduyu eritmiş, savaş yıllarında yeni düzenlemeye de gidilememişti. Mondros Mütarekesi imzalandığı tarihte elde 3-4 tümen donatacak kadar silah ile 30-35 bin savaşçıdan oluşan asker gücü kalmıştı. İşe yarar birkaç gemimiz, işgal kuvvetlerinin kontrolündeki limanlara bağlanmış, I. Dünya Savaşı başında Alman desteği ile 300 uçağa ulaşan hava gücünden eser kalmamış, uçabilen birkaç uçağa ise İtilâf Devletleri'nce el konulmuştu.

Ülke bu durumdayken önemli şehirlerimiz tek tek işgale maruz kalmaktaydı. Mondros Mütarekesi'nin sağladı çeşitli ayrıcalık ve sinsilikler neticesiyle işgalciler yurdun her yerindeydiler. Mütarekenin meşhur 7. Maddesi esas alınarak Hatay İngilizler tarafından işgal edildi. İngiltere'nin Hatay işgali sırasında Mustafa Kemal ve ordusu Hatay'da bulunmaktaydı. Ancak İstanbul Hükümeti tarafından işgale direnmeden Mustafa Kemal, İstanbul'a dönme emri aldı. Bu emrin verilmesinin temel nedeni, Osmanlı devletinin ekonomisinin ve askeri kaynaklarıyla beraber insan gücünün yıllardır süren savaşlar dolayısıyla tükenmeye başlaması gibi somut ve mantıklı kabul edilebilecek nedenlerin yanı sıra; mevcut hükümetin İngilizlerden çekiniyor olması da etkendir. Ayrıca İngiltere'nin bu tarihlerde Dünyanın en önemli güçlerinden biridir.

Birinci Dünya savaşında İngiltere ve Fransa'nın flörtü Hatay'ın geleceğini de tayin etmekteydi.

İngiltere ile Fransa arasındaki flörtün Hatay üzerindeki yansıması, Birinci Dünya Savaşı sırasında iki devletin gizli olarak imzaladığı Skykes Picot Anlaşmasıydı. Anlaşmaya göre Antakya bölgesi Fransız yönetimine bırakıldı ve buna dayanarak Fransa Hatay'ı işgal etti. Misak-ı Milli sınırlarına dâhil Hatay 20 Ekim 1921 Ankara İtilafnamesi ile Suriye sınırları içerisinde bırakılmak zorunda kalınmış ancak sancağa özel bir yönetim şekli sağlanmıştır. Anlaşma'nın 7. maddesine göre sancak, Suriye sınırları içerisinde kalacak; burada özel bir idare kurulup, Türk kültürünü geliştirmek için her türlü kolaylıktan yararlanılacaktır, resmi dilTürkçeolacak ve para birimiolarak da Türk lirasıgeçerli olacaktır.

Fransa'nın Hatay'ı işgalinden sonra Fransa ile İngiltere flörtü tekrar ortaya çıktı ve bölgede Arap krallığı kuruldu. Arapların halka kötü muamele etmeleri sonucunda, Fransızlar; Suriye'ye girdi. Çünkü Fransız işgalinin yerli halk tarafından direnişe uğrama tehlikesi doğmaktaydı. Fransa ordusu mevcut Arap Krallığı'nın başındaki Faysal'ın ordusunu yenip tüm Suriye'ye sahip olmuşlardı. "Sancakta" Fransız bayrağı egemen oldu. Halk günlük yaşamına dönerek nispi bir rahatlık yaşadı. Uzun sürmedi, çünkü bu sefer Fransızlar ve Fransız ordusu içindeki Ermeniler halka zulüm etmeye başladılar. Fransızlar sadece Türk halkına değil Suriye halkına da aynı şekilde muamele etmekteydi.

Baskı karşısında kaçınılmaz sonuç olarak halk bu davranışlar karşısında örgütlenmeye başladı. Bu örgütler bazen birleşerek bazen de ayrı ayrı direnç gösterdi ve hatta zaman zaman karşı atağa geçti. Bu örgütlerden en başarılısı Tayfur Sökmen başkanlığında kurulan Antakya-İskenderiye ve Havalisini Müdafaa-i Hukuk cemiyetiydi

Fransa'nın mandater devlet olarak Suriye'ye yerleşmesi hayli zaman aldı. Avrupa'da meydana gelen krizler, yeni bir Dünya savaşı tehlikesini gören Fransa, Suriye ve Lübnan ile ilişkilerine yeni bir boyut kazandırarak 1936 Eylülünde Suriye'ye ve 1936 Kasımında da Lübnan'a bağımsızlık verdi. Ancak Suriye'ye bağımsızlık veren ve Suriye ile Fransa arasında ittifak kuran 1936 Eylül Antlaşması'nda İskenderun Sancağı hakkında hiçbir hüküm yoktu. Yani Fransa Suriye'den çekilirken, Sancak üzerindeki yetkilerini Suriye'ye terk etmekteydi. Bu Türk tarafınca kabul edilemezdi ve Türk dış politikasında tüm kaynaklar ve dikkatler Sancak'ın elden çıkmaması için seferber edilmeye başlandı. Sancak kaybedilemez, vazgeçilemez bir topraktı.

Türk hükümeti Milletler Cemiyeti Konseyi'nin toplantısı sırasında, Eylül ayında Cenevre'de Fransa ile yapılan görüşmeler gelişme göstermeyince 9 Ekim 1936'da Fransa'ya verdiği resmi bir notada, Suriye'ye yapıldığı gibi, İskenderun Sancağı'na da bağımsızlık verilmesini istedi.

Atatürk de 1 Kasım günü Büyük Millet Meclisi'ni açış konuşmasında, "Bu sırada milletimizi gece-gündüz meşgul eden başlıca büyük mesele, hakiki sahibi öz Türk olan İskenderun, Antakya ve havalisinin mukadderatıdır. Bunun üzerinde, ciddiyet ve katiyetle durmaya mecburuz" diyordu.

Fransız Hükümeti 10 Kasımda verdiği cevapta, Sancak'a bağımsızlık vermenin Suriye'yi parçalamak demek olacağını ve mandater devlet olarak da buna yetkisi bulunmadığını bildirdi. Bundan sonra iki hükümet birbirilerine birer nota daha verdi ancak görüşlerde herhangi bir değişme olmadı. Bu arada Fransa, meselenin Milletler Cemiyeti'ne havalesini teklif etti ve Türkiye de bu teklifi kabul etti. Türkiye ile Fransa arasında bu tartışmalar olurken, bir yandan Türk kamuoyu, öte yandan da İskenderun'daki halk heyecanlanmış ve İskenderun'da halk ile polis arasında çatışmalar olmuştu.

Atatürk, daha sonra Sökmen'le bir görüşme yaparak, Hatay meselesinde Türkiye ile Hatay'ın birlikte politikalar üreteceğini ve gerekirse Hatay'ın Türkiye'nin dış işleri politikalarına bağlı hareket edeceğini ifade etti. Bu durumun ilk icra-i örneği ise Antakya İskenderun ve Havalisi Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti'nin adı Hatay Egemenlik Cemiyeti olarak değiştirilmesidir. Bunun üzerine Hatay'a her konuda yardımcı olmak için İstanbul, Mersin ve Dörtyol'da cemiyet uzantıları kuruldu.

Bu sıralarda Fransızlara verilen kapütilasyonlar, II. Lozan görüşmeleri sonucunda Barışın imzalanması ile kaldırıldı. Bundaki temel amaç ekonomik bağımsızlık hedefidir ayrıca Fransızlar karşısında uluslararası platformda TBMM'nin dış politikaları daha da güçlenmiştir.

Milletler Cemiyeti, bir gözlemci heyetini Hatay'a işte tam da bu sırada ve bu girişimler sonucunda gönderdi. Heyet raporlarına göre halk Türk yönetimini istiyor, Fransız yönetiminden rahatsızlık duyuyordu.

Bu rapor sonucunda Milletler Cemiyeti de Türkiye'nin tezlerini haklı buldu. Ve Sander Raporu'nu yayınlayarak (27.01.1937) Hatay'a tamamen özerklik verilmesini istedi. Konsey, 27 Ocak 1937'de Sancak için bir statü kabul etti. Bu statüye göre İskenderun Sancağı, içişlerinde tamamen bağımsız, dışişlerinde Suriye'ye bağlı, kendine özgü bir anayasa ile idare edilen "ayrı bir varlık" (entité distincte) olacaktı. Burası Milletler Cemiyeti'nin gözetimi altına konacak ve bu gözetim bir Fransız vasıtasıyla yürütülecekti. Fransa ile Türkiye bir anlaşma yaparak, Sancak'ın toprak bütünlüğünü birlikte garanti altına alacaklardı. Bundan sonra Sancak, Hatay adını alacaktı. 29 Mayıs 1937 günü imzalanan anlaşma ile bahsedilen hususlar garanti altına alındı. Bu anlaşma ile Türkiye- Suriye sınırı çizildi.

Kurulan yeni devletin yönetim şekli Cumhuriyet oldu. Resmi dili Türkçe ve para birimi Türk lirası idi. Bayrakları Türk bayrağının benzeriydi, yıldızın içi boştu. Hatay Cumhuriyeti bu semboller ile Türkiye'ye bağlılık niyetini bir kez daha açık etmişti.

Daha sonra sancak anayasasının hazırlanması aşamasında Fransızlar Türklere bazı sorunlar oluşturduysa da 1938 yılında Almanya'nın Avusturya'yı ilhakı Fransa'nın yumuşak politika izlemesini sağladı. Bu anlayış içerisinde iki ülke arasında gerçekleştirilen Askeri Anlaşma ile sancağın statüsü korunurken Hatay sorunun çözümü de kolaylaştı.

Bu anlaşma gereğince, Türk ve Fransız askerleri Hatay'da ortak çalışacaklarından, 5 Temmuz 1938'de Albay Şükrü Kanatlı komutasındaki Türk alayı Hatay'a girdi.

Hatay Anayasası, 29 Kasım 1937'de yürürlüğe girecekti ve ilk iş olarak seçimlerin yapılması gerekiyordu. Ancak bu şartlar içinde seçimler yapılamadı. Diğer yandan seçim sistemi meselesinde Türkiye ile Fransa arasında görüş ayrılığı çıktı. Bunun üzerine Milletler Cemiyeti'nin kurduğu bir komite, Türkiye'nin de itirazlarını göz önünde tutarak bir seçim tüzüğü hazırladı. Yeniden seçim hazırlıklarına başlandı. 6 Temmuz 1938'de de Hatay'da sıkıyönetim ilân olundu. Seçmen tespit işleri 1 Ağustos 1938'de bitti. Seçimlerde 22 Türk, 9 Alevî, 5 Ermeni, 2 Arap, 2 Ortodoks olarak 40 mebus seçilecekti. Anayasa oy kullanma hakkını yalnızca Hataylılara verdiğinden Gaziantep doğumlu Tayfur Sökmen Hatay'ın Kırıkhan nüfusuna geçirildi. Seçilen mebuslar ilk toplantılarını Hatay Gündüz Sineması'nda yaptılar.

Hatay Millet Meclisi'nin Başkanlığı'na tek aday olan Tayfur Sökmen oy birliği ile seçildi. Böylece, 21 Ağustos'ta seçilen ve ilk toplantılarını 2 Eylül 1938'de yaparak devlet başkanlarını seçen Hataylılar artık müstakil olarak Türkiye'ye katılma mücadelesini sürdürmeye başladılar. Aynı gün, Tayfur Sökmen Hatay Devleti'nin bayrağını göndere çekmişti. Başvekil Celâl Bayar, olayları titizlikle izleyen Atatürk, 2 Eylül 1938'de kurulma işi tamamlanınca Cumhuriyet Hükûmeti'nin başarısını kutlayan telgrafı çekti. Ayrıca, Tayfur Sökmen'e de bir telgraf çekerek kendisini kutladı. Beş kişilik Vekiller Heyeti'nin teşkilinden sonra, Başvekil Abdurrahman Melek, 6.9.1938'de programı okuyarak "Programımızın ruhu ve esası Atatürkçü Rejimi ve bütün icabetidir" demekle Türkiye Cumhuriyeti'ne ve Atatürk'e bağlılığını belirtmiş oluyordu.

Ağustos ayında yapılan meclis seçimlerinde Türkler, 40 milletvekilliğinden 22'sini ka-zandılar. Meclis, 2 Eylül 1938'de ilk toplantısını yaptı ve bağımsız devlet için Hatay Cumhuriyeti adını kabul etti. Yeni devletin resmi dili Türkçe ve Arapça olduğu halde, bütün milletvekilleri Türkçe yemin etmişlerdir.

Hatay Devleti'yle Türkiye arasında gayet yakın temas ve bağlar kuruldu. Hatay Meclisi, 1939 Ocak ayında Türk Medeni Kanunu ile Türk Ceza Kanunu'nu kabul etti. Türkiye'den mali müşavirler getirtti.

Bunun yanında, Hatay idarecileri, devamlı olarak Türkiye'ye katılmak arzusunda bulundular. Türkiye de bu isteği sempati ile karşıladı. Fakat, 29 Mayıs 1937 Antlaşması ile Hatay, Türkiye ile Fransa'nın ortak garantisi altında bulunuyordu. Bu sebeple, Hataylıların anavatana katılma istekleri iki devlet arasında yeniden mesele oldu. Fakat 1939 Martından itibaren Avrupa'da yaşanan olayların savaşa doğru bir yön olması, Türk-İngiliz ittifakının ilk adımlarının atılması ve Batılıların Barış Cephesi çabaları dolayısıyla, Fransa, Türkiye'nin ve Hataylıların isteklerini kabul etmek zorunda kaldı.

23 Haziran 1939'da iki devlet arasında yapılan bir anlaşma ile Fransa, Hatay'ın Türkiye'ye katılmasını kabul etti. Buna karşılık Türkiye de Suriye'nin bağımsızlık ve toprak bütünlüğüne saygı gösterecekti. Meclis oy birliği ile Türkiye'ye katılma kararı aldı. Temmuz ayında da Hatay, Türkiye sınırları içine katıldı.

Misak-ı Milli sınırlarına geç de olsa dâhil olan Hatay Türk milleti için önemli şeyler anlatmaktaydı. Gerek Musul gerekse Kerkük üzerinde oynanan çirkin oyunların avucuna düşmeyen Hatay bugün dahi bahsi geçtiğinde milli duygularımızı kabartır. Bu diplomatik bir zaferdir. Zaferlerin en güzeli en temizidir.

Bu zaferde büyük payı olan büyük insanlardan ilki Atatürk'tür. Atatürk'ün öncelikli ve önemli konularından ilki Hatay sorunuydu. Konu hassastı ve mevzu bahis vatan toprağıydı terk edilemezdi. Adana'ya geldiğinde, yol kenarında Antakya ve İskenderun'u sembolize eden iki gençkızın hıçkırıklar arasında, "Bizi de kurtar" feryadına karşılık, "Kırk asırlık Türk yurdu ecnebi elinde kalamaz" demişti. Yaşamımın ilerleyen zamanlarında ve bilhassa hastalığının en ağır dönemlerinde Hatay sorunu için uykusuz kaldığı geceler olmuştur, yapılması icab eden tüm gezilerin ve toplantıların hepsinde bulunmuş, sağlığından fedakarlık ederek çözümler aramıştı. Hatay'ın Anavatana katılmasını göremese de onun icraat ve fikir dünyasından mahrum olan bir milletin Hatayı göremeyecek kadar büyük sorunlarla bir ömür cebelleşmesi işten bile değildir.

Hatay'ın büyük zaferi hususunda yadsınamayacak ikinci isim Tayfur Sökmen'dir. Devletin ilk ve son Cumhurbaşkanı Sökmen, İskenderun sancağındaki Fransız işgaline karşı direniş hareketinin örgütlenmesinde ön ayak oldu. Ölüm cezasında çarptırılmışsa da ülkü uğruna yapılacakları gösterdi.

Kişi amacı, ülküsü kadardır.Hedefi ne denli büyükse o kadar insandır. Aksi insan nefes alır sade. Hedefi bırakmayan insan zamanla nitelik elde ettiği gibi kendini tanıma fırsatı da bulur. Bir izi sürerken cesareti öğrenir, korkaklığını bilir. Bu millet asla ülküsüz kalmamıştır. Gerek savaştır ülkü gerek barış. Gerek aşktır gerek vatan toprağı. Hedefi yitirmemeli insan ki en güzel örnek Hatay'dadır. Ölüm cezası alan Sökmen'in kararlılığı, hayatının son demlerindeki Atatürk'ün fedakarlığındadır ülkü. Öyle ki milli mücadelenin her cephesinde olduğu gibi Hatay'da başlı başına koca bir serüvendir. Öyle bir gurur kaynağıdır ki " Yine bölemedin" diye gülesi geliyor insanın.

Yeni toprakları vatan yapmanın duygusu çok başkadır elbet lakin kaybettiğimiz, gözyaşlarıyla yaslar tuttuğumuz şehirlerimizi, köylerimizi tekrar kazanmak tarifsizdir. Bir derstir Hatay, Bir nasihatçidir. Darısı Kerkük'e…