Türkiye'nin sadece Anayasasında kayıtlı "laik, sosyal, hukuk devleti" yapısı değil; iktisadî, toplumsal ve kültürel yapısı da hızla değişmektedir. Bu değişimi hayra yoranların, amacı "kârını maksimize etmek" olan aktörleri günün gerektirdiği rolü iyi oynamaktadır. Ancak, "satın alanlar" tarih bilincine sahip olmadığı gibi şehir, kültür, medeniyet kavramlarına da yabancıdır. Siyasiler bu çapraşık zihinsel ortamdan meşruiyet, 'piyasa ekonomisi'nde prim yapan maneviyat hırsızları da para devşirmektedir. Örnekte isabet eder miyim bilmem: Ülker ürünlerini, sırf "Ülkerler Müslüman" algısıyla satın alanlar, Ülker'de çalışanların asgari ücretten 200 lira daha fazla almak için günde 12 saat çalıştığını biliyor mu acaba? Sırf Ülker'e yandaş sendikadan çıkıp sendika değiştirdi diye işten atılan işçilerden haberdar mı? Türkiye'nin en zengin kişisinin 4.4 milyar dolarla Murat Ülker olduğu biliniyor mu?.. Mekke'nin en zenginlerindenken, donu dışında İNFAK eden Ebu Bekir hikâyeleriyle halkı mest eden İslamcılar ne ara gözü kara kapitalistler oldular ve ne ara bir toplumun "en zengini" olmayı meşrulaştırdılar ve övünç kaynağı haline getirdiler? Dünyanın en zengin siyasileri arasına girmek ne zamandan beri övünülecek bir şahsiyet duruşu haline geldi? Ne ara Muaviye'nin sarayını taşlayan ve bir gömleği çürümeden ikinci gömlek sahibi olmayı küfür sayan Ebu Zer'den sıyrılıp sarayların muteber sayılmasıyla itibar sahibi oldular? Ebu Süfyan-Muaviye-Yezit: İşte günümüzün özeti budur. Yani Emeviler, Müslümanların en sahih evlatlarıdır! Dün mızraklarına Kur'an ayeti geçirmişlerdi Ali kılıç sallayamasın diye, bugün dillerine...

* * *

Farklı görüşlerde olsak da bizzat tanıdığım için rahatça söyleyebilirim: Bu ülkenin namuslu ilahiyatçıları da var. Ancak hiçbiri Sultanahmet'te binlerce insanı iftar veya sahur programında toplayamıyor. Çünkü televizyon kanalları –ki %90'ı iktidarın güdümündedir– ilim değil rivayet, yani hurafe satarak kârını maksimize etmektedir. Onlarca ilahiyatçı "Mübin"e aykırı iken, mübin'i değil rivayeti esas alarak mübin'i yorumlamakta ve "kâr" sağlamaktadır. Oysa mübin olarak zikredilende, Nahl 95'te, bu tipler gayet "ucuz" sapkınlar olarak resmedilmekteydi. (Bu sapkınların en büyük salaklığı, kendi alıcıları gibi bizim de bilmediğimizi sanmalarıdır. Oysa tek becerisizliğimiz meseleyi putperestlere anlatamamaktır).

Mesele sadece dinî değil. İktidar, siyasî olarak da rivayet satarak kârını maksimize etmektedir. İslam öncesi Türkler zaten yokmuş, Türklerin varlığı Araplara endeksliymiş gibi tarih yazmaya kalkan bu cahiller, daha yüzyıl önce olmuş olayları bile çarpıtmakta, Türkiye Cumhuriyeti Osmanlı'nın devamı değilmiş de, sanki Osmanlıyı yıkmış gibi göstererek işgalci sömürgecilerle aynı safı tutmaktadır. Oysa Türkler, çağın gereği olarak sadece rejim değişikliğine gitmiş ama devlet geleneğini sürdürmüştür. Meselâ; Cumhuriyetle birlikte kurulan "ordu" sistemi Metehan'ın kurduğu ordu sistemine dayanır. Meselâ; kadının erkeğe eş olması bir Türk kültürüdür… Osmanlı'yı bir ütopya gibi sunanlar, Türkiye Cumhuriyetinin Türklerin tarih muhasebesi olduğunu kavrayamıyorlar. Türkiye Cumhuriyeti, Türklerin gerçek tarih zemininde yaşama mücadelesidir… Kırmızı zemin üzerine Ay Yıldızlı Türk Bayrağı resmi olarak 1844'de kabul edilmiş ve Türkiye Cumhuriyeti kurulduğunda da bu Bayrağı kullanmaya devam etmiştir. Evet, İstiklâl Marşı'nı yeni bir Meclis kabul etmiştir ama henüz ortada Türkiye Cumhuriyeti yoktur, iki sene sonra kurulacaktır. Cumhuriyet, Osmanlının devamı olduğunu kabul etmiştir ki "Düyun-u Umumiye"sini, yani dış borçlarını ödemiştir. Türkiye Cumhuriyetinin kazandırdığı değerlere düşman birileri varsa, ne Osmanlının O'sunu anlamış, ne Cumhuriyetin erdemini anlamış zihniyeti ve cibilliyeti bozuk insanlardır. Böyle değillerse, küfrün dibine vurmuş cahillerdir…

* * *

Başka bir şey anlatacaktım, çeneme hakim olamadım. Diyecektim ki, Ergenekon ve Balyozla askeri ve bürokratik geleneğimiz bozuldu. Bunu ilk bozanlar da bugün hüküm süren iktidarının takipçisi olduğunu söylediği DP idi. Diyecektim ki, daha önemlisi toplumsal ve kültürel dokumuz bozuldu…

Bugün, kıçını en muhafazakâr argümana dayamışlar bile AVM'lerden çıkmıyor. "Vahşilik" en çok "muhafazakâr"ların düzeninde doğayı, şehri, toplum yapısını, kültürel değerleri yok etti, ediyor… Esnaf kültürü ve dayanışması kaç kulluvallah, kaç el-hamdla gömülse yeridir. Çünkü vahşi piyasa AVM'lerinde "Komşum siftah etmedi, ona git" diyen satıcı bulamazsınız. Alacaklı olduğu için borçlu komşusu rencide olmasın diye köşe bucak kaçan mahalle esnafı yok artık. Mahallenin en zengini akşam evine dönerken demirci çırağına selam vermiyor artık. Bakkal amca, hiçbir açıklama yapmadan 2 ekmek alıp giden çocuğa kayıt düşmüyor artık… TOKİ TOKİ bölünen mahalleler var artık. Bu söz de burada bitmez artık…