Bir ideoloji, kendini çağa göre güncelleyebildiği sürece dinamik ve güçlü olur.

Kendini güncelleyemeyen ideolojiler,ya tarihin tozlu sayfalarında kalıp unutulurlar ya da azınlık bir grubun ideolojisi olarak kalırlar.

Çünkü siyasi ideolojiler, din gibi dogma, sabit, tartışılmaz kuralları olan bir düşünce sistemi değildir. Daha doğru ideolojiler, dinleştirilmemelidir.

Eğer bir ideoloji, din haline getirilirse o ideolojiden büyük dava adamları değil müritler yetişir ve zamanla cemaat ve tarikatlar gibi dışa kapalı, yobaz bir düşünce haline gelir.

O halde bir Türk Milliyetçisi olarak hem kendime hem de tüm Türk milliyetçilerine şu soruyu sormak isterim

Günümüzdeki Türk Milliyetçiliğine egemen olan anlayış, Türk milletinin sorunlarına doğru teşhis koyabiliyor mu? Türklüğün düşmanlarına karşı Türk kimliğini savunabilecek güçte mi?

Benim bu soruya cevabım: HAYIR

Bugün Türk Milliyetçiliğinde güncellenme sorunu vardır. Hala kişileri ve olayları 40 yıl öncesinin şartlarına göre yorumlayan bir görüş hâkim ve bu görüşü savunanlar ne yazık ki hem değişmemekte inat ediyorlar hem de değişmedikleri için övünüyorlar.

Oysa Türk Milliyetçiliğinin ortaya çıkışından 1970 lere kadar kendini değiştiren ve güncelleyen bir geçmişi vardır.Ancak ne olduysa 1970 lerden günümüze kadar bir durgunluk var. Değişemiyoruz, Değişen şartlara göre yeni tehlike tanımı yapamıyoruz.

Türk Milliyetçiliği, Osmanlı zamanında ortaya çıktığında İslami yönü ağır basan bir karakterdeydi. Kendisini en koyu Milliyetçi tanımlayanlar bile Cumhuriyet, laiklik, harf devrimi, Türkçe ibadet gibi konularda ya cesur konuşamıyor ya da böyle bir şeyi hayal bile edemiyordu.

Dönemin şartlarını göz önüne aldığımızda Osmanlı döneminde İslamcılıkla bağını koparamamış bir Milliyetçi fikrin hâkim olması normaldir. Çünkü dönem saltanat dönemi, devletin din kurallarıyla yönetildiği bir dönem…

Her insanın fikirlerini yaşadığı dönemin şartları belirler. Din kurallarıyla yönetilen bir dönemde doğmuş insanların savundukları Milliyetçiliğin İslami karakterde olması doğaldır.

Osmanlı döneminde ortaya çıkan Türk Milliyetçiliği, Cumhuriyet'in ilanından sonra laikleşme dönemine girmiştir.

Saltanat ve hilafetin kaldırılması, harf devrimi, Kur'an'ın tercüme edilmesi, ezanın Türkçe okutulması Türk Milliyetçiliğinin laikleşmesi yolunda yapılmış büyük devrimlerdir.

Atatürk'ün hayalinde hem milli hem de dini açıdan Türkleşmiş bir Türk milleti hayali vardı. Harf devrimi, Türkçe ezan gibi devrimlerle milli bir din yaratıp Arap kültürüyle bağları koparmaya çalıştı.

Hayalini tam olarak gerçekleştiremese de Türk Milliyetçiliğinin laikleşmesi için kapıyı açan kişi oldu.

Ayrıca bugün tüm Türk Milliyetçilerinin sembolü olan Bozkurdu da Türk milletine tanıtan ve bozkurt sembolünü yücelten kişi de Atatürk'tür.

Atatürk'ten sonra Atsız'ın liderliğinde 3. Dönem olan Türkçülük dönemi başladı.

Atsız'ın savunduğu Türkçülük, Türk – İslam anlayışına karşı çıksa da Atatürk'ün devrimleriyle de kavgalıydı.

Bu yüzden kendini tam olarak bir yere konumlandıramadı.

Hem Türk ırkını her şeyden üstün tuttu. Hem ırk olarak melez olan Osmanlı padişahlarını en büyük Türk ilan etti

Hem İslamcılığa karşı çıktı. Hem Atatürk devrimlerinin çoğunu İslamcılar gibi yorumladı.

Bu yüzden Atsız'ın liderlik ettiği Türkçülük dönemi Türk Milliyetçileri üzerinde egemen olamadı.

Atsız'dan sonra Alpaslan Türkeş önderliğinde Türk Milliyetçiliği için 4. Dönem olan Türk – İslamcı dönem başladı.

Aslında Türkeş'in savunduğu Türk Milliyetçiliği yeni bir fikir değildi.

Osmanlı zamanındaki kültürel, İslami yönü ağır basan Türk milliyetçiliğini 1970 lere göre yorumlayıp adına Ülkücülük dedi

Türkeş, ne Atsız gibi sert bir Türkçülüğü savundu ne de Atatürk kadar laik bir Milliyetçiliği savundu.

Türkeş 1969 yılında MHP yi kurarken mealen şunu dedi:

''Ben ne çok sert Türkçü olacağım ne de İslamı karşıma alacağım. Biraz kültürel Türkçülük, biraz İslamla yumuşak bir geçiş yaparak toplumda kendime karşılık bulacağım.''

Yaşadığı dönemin şartlarına göre kendisi açısından mantıklı olanı seçti.

Dünyanın SSCB ve ABD olarak iki kutuplu olduğu bir dönemde ne İslamcılığı reddedip Komünistlerin safında gözüktü. Ne de Türklüğü reddedip İslamcıların safında yer aldı.

Türk – İslam diyerek ortada bir yerde durmaya çalıştı ama tam da ortada duramadı. İslamcılara biraz daha meyilliydi. Çünkü Türk milliyetçiliğinin en büyük düşmanı olarak Komünistleri gördü. İlk düşmanı komünizmdi.

O günün şartlarında bu tavır doğru kabul edilebilir. Peki ya bugün?

Türk Milliyetçiliğinin bugün en büyük düşmanı hala Komünizm midir?

Komünizmin ana vatanı SSCB bile yıkılmışken hala Komünizmi tehlike olarak görmek ne kadar mantıklıdır?

İşte günümüzdeki Türk Milliyetçilerinin sorunu budur: Düşmanını güncelleyememek.

Vücuda giren virüs değişse de bizim bağışıklığımız hala eski tanıdığımız virüse tepki veriyor.

Hala yeni virüse karşı yeni bir bağışıklık sistemi üretemiyoruz ve biz yeni bağışıklık sistemi üretemiyorken virüs yayılmaya devam ediyor.

Bugün Türklüğün virüsü siyasal İslamcılıktır ve bu virüs, Komünizm virüsünden çok daha güçlüdür.

Bu yüzden bu virüse karşı yeni bir sistem gerekmektedir. Güvenlik duvarımızı güncellememiz gerekmektedir.

Bu güncellemenin de adı Atatürk dönemindeki laik Türk Milliyetçiliğidir.

Nasıl ki Türkeş, 1970 lerde Osmanlı zamanındaki Türk – İslamcılığı Ülkücülük olarak günümüze taşımızsa bugün de yapılması gereken 1930 larda yarım kalan laikleşmeyi günümüzde devam ettirmektir.

Eğer bunu bugün yaparsak geleceği kurtarabiliriz ama yapamazsak,

Bu millete önce Türk, sonra Müslüman olduğunu öğretip İslamcıların elinden kurtaramazsak

Dünyada farklı dinlere mensup olan Türklerin de olduğunu, Türk olmak için Müslüman olma şartı olmadığını öğretemezsek

Gelecek bugünlerden çok daha karanlık olacaktır.

BARIŞ ATAGÜN