Bu öykü, Boğaziçi Üniversitesi'nde Sayın Salih Mehmet İnan'ın verdiği "Mythic Structure and Storytelling in Cinema (FA 48J)​" adlı ders için Hakan Dumlu tarafından yazılmıştır.

- Bir Mit Yaratma Denemesi -

1570li yıllarda Anadolu, adeta bir yangın yeridir. Sebebi Celalîlerdir. Türklerin Kanunî diye andıkları Muhteşem Süleyman'ın devri son bulmasına rağmen devlet adamları tarafından bu devir "altın çağ" olarak kabul edildiği için sonraki yüzyıllarda bile özlenilen ve arzulanan bir çağ olmuştur. Fakat Celalî İsyanları, Muhteşem Süleyman'ın döneminde zaten başlamıştır bile. Dalga dalga büyüyüp Anadolu'da geniş bir kitleyi etkisi altına almış olan bu isyanlar, takriben bir asır boyunca sürmüş olup imparatorluğun bel kemiğini bükmüştür. Osmanlı İmparatorluğu, her devlet gibi canlı bir organizma olarak kabul edilirse onun belkemiği de pek tabii Anadolu olmalıdır.

Yaldırık bir garip yörüktür ve anası Yalçuk Ana ile beraber Türkistan'dan Anadolu'ya göçmüştür. Esasen soyca kutludur; büyük Türk hakanı Aksak Temür'ün torunu ünlü gökbilimci Uluğ Beğ'in torunu Bürküt Ata'nın oğludur. Yaldırık daha kundaktayken, babası Bürküt giriştiği taht mücadelesi sonrasında boğdurulur. Yalçuk Ana, Bürküt'ün geride bıraktığı tek varisi Yaldırık da boğdurulmasın diye onu Türkistan'dan İran'a kaçırır. Fakat Şah, Türkistan'daki hanlar ile anlaştığı için Yaldırık'ın hayatı ve geleceği burada da tehdit altındadır. Bir kamın kızı olan Yalçuk Ana, çareyi atalar kültürüne dönmekte bulur. Anadolu'ya varıp yörük hayatı sürdüreceklerdir. Böylelikle kimse onların izini bulamayacaktır.

Yaldırık, sahip olduğu kuttan yani Aksak Temür'ün torunu olduğundan habersiz büyür. Anasından aldığı genlerle bir gözü mavi, öteki gözü ise kahverengidir. Erciyes'te yaylak ve kışlak arasında anasıyla beraber konar, göçer. Bir de can yoldaşı, Alageyik, vardır. Yalçuk Ana ise bir yıldızcıdır; yani, falcı. Büyüsü ise aktır. Lakin kara büyüyü de bozar. Yalçuk Ana'nın babası Erdeney bir kam imiş. Kızına Uygur Türklerinin kadim fal kitabı Irk Bitig'den fal bakmayı ve yıldızların gökteki hareketlerini yorumlamayı öğretmiştir. Yalçuk Ana, bir gün Irk Bitig'den baktığı falda, Yaldırık'a dair bir kehanet öngörür. Buna göre Yaldırık, göğün dokuzuncu katına çıkıp bir yıldız gibi kıyamete değin parlayacaktır. Fakat falda, Yaldırık'tan başka bir âdem daha vardır ve yıldızların işaretine göre Yaldırık ancak onu bulunca tamam olacaktır. Bu âdemin alamet-i farikası odur ki gözleri birbirinden farklı renktedir, tıpkı Yaldırık'ın gözleri gibi. Yalçuk Ana, kehanetini Yaldırık'a anlatır ama Yaldırık'ın derdi başkadır.

1577 yılının temmuz ayıdır. Yaldırık ve Yalçuk Ana, Erciyes'in bereketli ve serin yaylası Tekir'dedir. Osmanlı İmparatorluğu, tebaasından düzenli vergi toplayabilmek için yörükleri iskâna zorlamaktadır. Öte yandan Celalîler, değiştirilen toprak sistemine ve ağır vergi yüküne baş kaldırmışlardır. Celalî başbuğları, Anadolu'da ne kadar köylü ve yörük varsa hepsini isyana katılmaya zorlamakta ve artık Osmanlı'ya değil, kendilerine vergi verileceğini duyurmaktadır. Bir gün, Celalî eşkıyası, Yaldırık'ın obasına gelip vergi ister. Alageyik'i vergidir diye gasp etmeye kalkar. Hayattaki yegâne yoldaşı Alageyik'i, ne eyeri kaltak Osmanlı'ya ne de Celalî eşkıyasına vereceğini söyleyen Yaldırık, eşkıyayı tepeler.Artık bu durumdan bezen Yaldırık, sonunda anasına derdini açar. Payitahta gidip Celalî eşkıyasından ve dahi vergi cebrinden kurtulmak ve orada yerleşip yuva kurmak istemektedir. Yalçuk Ana da Yaldırık'ın nasibini belki de payitahtta bulacağını umarak göç hazırlıklarına başlar.

Yaldırık'ın yaşamında, anasından sonra en çok değer verdiği varlık Alageyik'tir. Payitaht yoluna çıktıklarında Alageyik hastalanmıştır. Dersaadet'e vardıktan sonra At Meydanı'nda Alageyik için ağıt yakıp onu iyileştirebilecek birilerini arar. İşte tam bu anda Yıldırak ile tanışır. Yıldırak, niyetini gizleyerek Alageyik'i iyileştirebileceğini iddia eder. Fakat niyeti Alageyik'in boynuzlarını kestirip Frenklere satmaktır. Zira Frenkler, kaynatılan geyik boynuzunun suyu ile yıkanırlarsa gençleşeceklerine ve günahlarından arınacaklarına inanıyorlardır. Yıldırak, Alageyik'in derisini ise bir debbağhanede işletip kağıt hâline getirttikten sonra kendi ezoterik çalışmalarında kullanmak istemektedir. Yaldırık ile Yıldırak arasında geçen konuşma ve pazarlık, etrafta toplanan ahalinin ilgisini çeker. Nihayetinde Yıldırak, Yaldırık'ı ikna eder ve Alageyik'i ederinden çok düşük bir pula alır. Sonrasında yörük Yaldırık, Alageyik'in kesileceğini anlayınca feryat eder ve şehirli Yıldırak'a daha maceranın başında düşman kesilir. Fakat bilmez ki Yalçuk Ana'nın kehanetine göre göğün dokuzuncu katına birlikte çıkacağı âdem Yıldırak'tır.

Yıldırak, Gagavuzya'da doğmuş bir Gökoğuz Türkü'dür. Rusça ve Tatarca da bildiği için uzun yıllar Osmanlı tüccarının gemilerinde çalışmış, bu sırada coğrafya ve gökbilim alanlarında öğrendiği bilgi ve edindiği tecrübelerle kendisini geliştirmiştir. Nihayetinde, yazgısında Konya medresesine gitmek varmış. Konya medresesinde bulunan rasathanede, o dönemin önde gelen âlimlerinden Kadızâde Kelebek'in öğrencisi olmuştur. Kadızâde, Celalî eşkıyasının baskı ve tecavüzlerinden yılmıştır. Fakat medresenin baş müderrisi Sevişmişoğlu Fırlamış, Celalî eşkıyası ile uzlaşma taraftarıdır. Fırlamış, Karaman'daki Celalî başbuğuna vergidir diye doksan dokuz koyun ve yetmiş yedi keçinin yanı sıra hediye olarak bir Gökgeyik boynuzu gönderilmesini Kadızâde Kelebek'e emretmiştir. Kelebek ise Yıldırak'ı bu işe elçi olarak görevlendirmiştir. Lakin vergidir diye bir sandık dolusu akrep ve on üç çuvala tıkılı sarı çıyanın yanı sıra hakaret olarak bir de çoban kepeneği yollamıştır. Bu, aslında Yıldırak'ı bile bile ölüme göndermektir. Kadızâde Kelebek'in, Celalîler'i tahrik ve tahkir etmesinin nedeni, Konya medresesinin rasathanesinde yapılan gökbilim çalışmalarında gökyüzündeki meleklerin bacaklarının seyredildiğine inanmasıdır. Böylelikle Celalî eşkıyası bu günah yuvasını yakıp yıkınca rasathanenin hamileri de ortadan kaldırılmış olacaktır. Yıldırak'a karşı kişisel husumeti ise onun ezoterik çalışmalarından kaynaklanmaktadır.

Yıldırak sandıktaki akreplerden ve çuvallara tıkılı çıyanlardan habersiz Celalî başbuğunun huzuruna elçi olarak çıkar. Sandık ve çuvallar açılınca öfkesinden kuduran Celalî başbuğu derhal Konya medresesine baskın emri verir. Yıldırak ise yıldız falı bakarak kandırdığı Celalî komutanlarından Kızılbaş'ın yardımı sayesinde bu hengâmeden kurtulur. Sonuçta Konya medresesi ve rasathanesi Celalî eşkıyası tarafından yakılıp yıkılmış ve baş müderris Sevişmişoğlu Fırlamış da derisi yüzülerek Tuz Gölü'ne atılmıştır. Kadızâde Kelebek ise sağ kolu Hançer Ali ile beraber çoktan Dersaadet'e gitmiştir bile. Yıldırak da Celalîlerden kurtulduktan sonra Alanya'ya varıp bir Venedik ticaret gemisiyle Dersaadet'e doğru yelken açmıştır. Yazgı onların yolunu bir kere daha birleştirecektir.

Yaldırık ve Yalçuk Ana, Dersaadet'te henüz yerleşebilecekleri bir evleri olmadığı için otağlarını bir süreliğine Gülhane'ye kurmuşlardır. Bir gün Gülhane'de sazlı sözlü bir eğlence işitirler. Bir düzine kadın, hem sazlarının telini hem de dinleyenlerin gönül tellerini titretmektedir. Baş kadın olduğu her hâlinden anlaşılan hatun, Osmanlı İmparatorluğu'nun kudretli sadrazamı Serfiçeli Paşa'nın kızı Çolpan Hatun'dur. Devletin resmî ideolojisine rağmen Bektaşîdir. Yalçuk Ana'nın bir yıldızcı yani falcı olduğunu duymuştur. Semahtan sonra Yalçuk Ana'nın yanına koşar. Yıldıznameden falına bakmasını ister. O sırada Çolpan'ı gören Yaldırık, hatuna tutulur ve sevdalığa düşer.

Başlarını bir damın altına sokabilmek için Yaldırık'ın evvela kendisine göre bir iş bulup para kazanması gerekmektedir. Yaldırık bir garip yörüktür, ne okuması ne de yazması vardır. Ama iyi demircidir, demiri tavında döver. Kapalıçarşı'da dükkân dükkân gezer fakat onun yörük hâline bakan iş vermek şöyle dursun, kapıdan kovar. Sonunda demircinin biri ona iş bulabilmesi için evvela bir tarikata intisap etmesi gerektiğini öğütler. Tabii mensubiyet elde etmenin bir karşılığı da olacaktır. Şeyhe rüşvet yedirmek lazım gelir. Bunu öğrenen Yaldırık, çare yok, Perşembe bölgesine gider. Devlette, adliyede, loncalarda işini halledip şahsî çıkarlarını korumak isteyen bir yığın insan şeyh efendi hazretlerine rüşvet yedirmek için sıraya girmiştir. Yaldırık da durur sıraya. Feleğin ettiğine bak, bir süre sonra Yıldırak'ı görüverir ve yakasına yapışır. Sol gözünün üstüne sağlam bir tokat yapıştırır. Yıldırak, dengesini kaybedip ahlar vahlar ederek yere kapaklanır. Yaldırık da yeniden onun üstüne çullanır ve o esnada görür ki Yıldırak'ın bir gözü mavi, öteki gözü ise yeşil renktedir. Böylece anlar ki düşman bildiği kişi aslında Yalçuk Ana'nın kehanetindeki diğer âdemdir. Kendi mavi gözünü ikiye tamamlayacak olan diğer mavi göz Yıldırak'ın gözüdür.

Yaldırık, Yıldırak'ı da yanına katarak hemen anasına koşar. Yalçuk Ana, kehanetini Yıldırak'a da söyler. Fakat göğün dokuzuncu katına çıkabilmeleri için bir sırra ihtiyaçları olduğunu bildirir. Bu sır, "göğün sırrı"dır. Göğün sırrı, Yaldırık'ın dedesi Uluğ Beğ'den babasına miras kalmıştır. Babası Bürküt Ata, Türkistan'da Timur tahtı için giriştiği mücadelede boğdurulunca Yalçuk Ana, göğün sırrının yazılı olduğu Uluğ Beğ'in divanını da beraberinde Anadolu'ya kaçırmıştır. Göğün sırrını sağlıcakla kullanabilmek için yürek ve akıl birlikte gerekmektedir. Bu durumda yürek Yaldırık, akıl ise Yıldırak olur. Gökte bir kuyruklu yıldız belirir.

Dersaadet'te, o yıl bizzat padişah III. Murad'ın emriyle özel bir rasathane yani gözlemevi kurulmuştur. Padişaha müneccimbaşı olarak hizmet eden Takiyeddin Efendi, Sadrazam Serfiçeli Paşa'nın da yarenidir. Araştırma ve geliştirmelerinde kullandığı malzemelerini tedarik eden Macar Yahudisi bir tacirden, Frenk krallarının gökbilime büyük önem verdiğini duymuştur. Bu konuyu Serfiçeli Paşa'ya açan Takiyeddin, çalışmaların doğrudan padişaha bağlı şekilde yürütüleceği özel bir gözlemevi açmaya talip olduğunu söyler. O dönemde medreselere bağlı birçok rasathane mevcuttur lakin devlet içerisinde müthiş bir etki sahibi olan ulemadan bağımsız bir şekilde yürütülecek bilimsel çalışmalar söz konusu değildir. Takiyeddin Efendi de ulemanın baskı ve etkisinden kurtulabilmek için Galata Kulesi'ndeki atölyesinde gözlemlerini ve gökbilim çalışmalarını devam ettirmektedir. Fakat şahsî bütçesinin kısıtlı olması sebebiyle bilimsel çalışmalarını sürdürmekte bir hayli zorlanmaktadır. Hülâsa, Sadrazam Serfiçeli Paşa'nın etkili desteğiyle padişah III. Murad, Takiyeddin Efendi'nin talebini kabul buyurup bizzat kendi hazinesinden ona bu iş için on bin altın verir. Böylece, Takiyeddin Efendi tarafından Tophane sırtlarında çağın en gelişmiş gözlemevlerinden biri kurulmuştur.

Yaldırık ve Yıldırak'ın birbirlerini buldukları gece beliren kuyruklu yıldız günlerdir gökte süzülmektedir. Ahali ve devlet adamları endişe içerisindedir. Bu kuyruklu yıldız ne manaya gelmektedir? Kimse, bunu yorumlayabilecek cesarete sahip değildir. Padişah ise müneccimbaşı Takiyeddin Efendi'ye gözlemevinde gerekli çalışmaları yapıp buna bir açıklama getirmesini ve artık bir kehanette bulunmasını emreder. Zira devlet tarafından bir açıklama yapılmadıkça, halk arasında bu kuyruklu yıldıza dair çeşitli rivayetler peydahlanmakta ve toplumun ortak bilinci ve algısı buna göre şekillenmektedir.

Göğün sırrına sahip olan Yaldırık ve Yıldırak, Tophane sırtlarındaki gözlemevine giderler. Takiyeddin Efendi'ye göğün sırrından bahsederler. Takiyeddin de Uluğ Beğ'in öğrencisi olan Ali Kuşçu'nun torunu Kutbeddin Efendi'den gökbilimi öğrenmiştir ve göğün sırrından haberdardır. Ali Kuşçu'dan kalan çalışmalar ve eserler, Uluğ Beğ'in mirasını tamamlamaya yetmemektedir. Hocası Uluğ Beğ'in divanından göğün sırrına dair birkaç parçayı okuyabilmiş olan Ali Kuşçu, bunları yazıya geçirmiş olmasına rağmen sır hâlâ çözülememiştir. Zira eksik olan kısım göğün sırrıdır.Takiyeddin Efendi, Yaldırık ve Yıldırak'ı gözlemevinde çalıştırabilmek için Sadrazam Serfiçeli Paşa'dan izin ister. Serfiçeli, "Nedür bu göğün sırrı, deyün hele alaca gözlü kızanlar?" diye sorar. Yıldırak da cevaben, "Paşam, eğer gökteki işaretleri çözebilirsek geleceği avucumuzun içine alabiliriz. Göğün sırrı bizdedir, işaretlerini de bu sır ile çözeceğiz" der. Yaldırık ve Yıldırak, göğün sırrı sayesinde kuyruklu yıldızın manasını keşfedebileceklerini iddia ederler ve göğün sırrını bir teste tabi tutarak bu iddialarını aynı zamanda ispat ederler. Göğün sırrı esasen ilkel bir teleskoptur, Türkler ona ırakgörür der. Bu ırakgörür ile bakıldığında kuyruklu yıldız bir kulaç mesafesindedir. Böylece Yaldırık ve Yıldırak'ın gözlemevinde çalışmasına Serfiçeli Paşa müsaade eder. Artık rasathanedeki gözlemler, Takiyeddin Efendi'ye bağlı çalışmak kaydıyla ikisinin sorumluluğuna girmiştir.

Öte yandan müderrislikle vazifeli olduğu Konya medresesini bir hile ile Celalî eşkıyasına peşkeş çektikten sonra Dersaadet'e gelip türlü yalan ve dolanla Sadrazam Serfiçeli Paşa ve padişahın haseki sultanı Tançulpan Hatun'un güvenini kazanan Kadızâde Kelebek Efendi, Osmanlı İmparatorluğu'nun şeyhülislamı olarak görevlendirilir. Onun sağ kolu Hançer Ali ise Kapudan-ı Derya olarak taltif edilir. Perşembe tarikatının şeyhlerinden olan Kelebek; Tançulpan Hatun, Serfiçeli Paşa ve vergiden muaf tutulmasını sağladığı çeşitli tarikatlar ile iyi ilişkiler kurar. Tarikatlarda peydahlanmış "Melek Beraatı"nı, yeni bir uygulama olarak Osmanlı İmparatorluğu'nun din ve devlet işlerine sokar. Buna göre, Kadızâde Kelebek'in şeyhülislamlık yetkilerine dayanarak verdiği Melek Beraatı'na sahip kişinin günahları affolunacaktır. Melek Beraatı'nın somutlaştırılmış hâli ise talibe verilen bir parça Gökgeyik boynuzudur.

Yıldırak evvelce Konya medresesinde talebe olduğundan ötürü Kadızâde Kelebek'i yakinen tanımaktadır. Dolayısıyla Kelebek'in hilesini bilen yegâne kişi Yıldırak'tır. Sevişmişoğlu Fırlamış, Celalî başbuğuna vergi diye doksan dokuz koyun ve yetmiş yedi keçi beraberinde bir de Gökgeyik boynuzu göndermek istemiştir ki medreseye ve dahi Konya iline Celalî eşkıyasının tecavüzünü önleye. Lakin Kelebek, uzlaşmaktan değil; savaşmaktan yanadır. Velhasıl, Celalîler'e elçi olarak gönderilen Yıldırak'a bir sandık dolusu akrep ve on üç çuvala tıkılı sarı çıyan verip; Gökgeyik boynuzunu da kendisine saklamıştır. Bunun neticesinde Celalîler, Konya medresesini yakıp yıkmıştır. Fakat Kelebek, bu olayı Dersaadet'te kendi çıkarına hizmet edecek biçimde anlatmıştır ve iç yüzünü bu sebeple yalnızca Yıldırak bilmektedir. Dolayısıyla Yıldırak'ı ortadan kaldırmak istemektedir.

Serfiçeli Paşa'nın kızı Çolpan Hatun, Bektaşî öğretisine göre ozanlık geleneğini elinde sazı ve dilinde sözüyle devam ettiren kadınların başındadır. İlerleyen yıllarda katı bir dinî taassub sahibi tarikatlar ile Bektaşîler arasında patlak verecek olan gerilimin Bektaşî cephesine belki de en iyi örnek Çolpan Hatun'dur. Zira babası Serfiçeli Paşa'nın büyük dedesi, Fatih Sultan Mehmet Han döneminde Rumeli'de iskân ettirilen Türkmenlerdendir. Çolpan Hatun da hâlâ atalarının kültürünü ve Bektaşî öğretisini yaşatmaktadır. Çolpan Hatun, hem Kadızâde Kelebek'in doğruluğundan şüphelendiği için hem de onun katı dinî taassubunu reddettiği için tarikatlara ve onların toplum içerisindeki yerini tahkim eden Kelebek'e karşı cephe alır. Bir gece, Kadızâde Kelebek'in yancısı Kapudan-ı Derya Hançer Ali Paşa'nın adamlarının bastığı Bektaşî dergâhında Yaldırık ve Yıldırak'ı onların elinden Çolpan Hatun kurtarır. Aynı gece Kelebek'in sakladığı gerçekleri Yıldırak'tan dinler. Sevişmişoğlu Fırlamış'ın, aslında, Celalîlere Gökgeyik boynuzu ile doksan dokuz koyun ve yetmiş yedi keçi yolladığını fakat Kadızâde Kelebek'in bunları akrep ve çıyanlarla değiştirdiğini öğrenir. Durumu Tançulpan Hatun'a bildirir. Kelebek'in açığını bulup aynı zamanda Gökgeyik boynuzunu da öğrenen Tançulpan Hatun, Kadızâde Kelebek ile Gökgeyik boynuzu karşılığında işbirliğine yönelmek niyetindedir. Böylece devlet yönetiminde söz sahibi olabilmek için bir müttefik elde edecektir. Fakat asıl niyetini gizleyerek Çolpan Hatun'u eğler. Kadızâde Kelebek ise Çolpan Hatun ile izdivaç peşindedir. Bu evlilikten asıl muradı, devlet içerisinde kendisine muhalif ve güçlü bir kanadı yani Bektaşîliği bertaraf edip dinî taassubu ve kendi iktidarını pekiştirmektir. Şeyhülislam olduktan sonra, Çolpan Hatun'un direncini kırabilmek için Bektaşîliğe yakın ne kadar ulema varsa devlet kadrolarından aforoz etmiştir. Tançulpan Hatun ise Kelebek ile Çolpan Hatun'un evliliğine Kelebek'i hem içeriden hem de dışarıdan kontrol edebilmek için sıcak bakmaktadır.

Yaldırık ve Yalçuk Ana, Tophane sırtlarında kurulmuş gözlemevinin misafirhanesine yerleştirilir ve böylece Yaldırık, çoktandır arzusunu çektiği yerleşik hayata kavuşur. Artık bir işi de vardır. Rasathanede Yıldırak ile beraber çalışıyorlardır. Bir gün gözlemevinin yakınındaki bir Bektaşî dergâhında, bak şu feleğin işine, bir ozan şu deyişi söyler:

"Yeşile çalar bu sarı

Uranım sarar bozkırı

Devşiririm yıldızları

Yârin boynuna bağlarım"[1]

Takiyeddin Efendi, Yaldırık ve Yıldırak'a kuyruklu yıldızı gece vakti gözlemlemelerini öğütler. Gündüzleri Takiyeddin Efendi, Galata Kulesi'ndeki atölyesinde gözlemevinin ihtiyaçlarına göre kum saati, mekanik saat, gönye, gök küreleri, pergel ve cetveller yapar. Yıldırak ise rasathanede Alageyik'in derisinden yaptırdığı kâğıt üzerinde tütsü yakıp yıldızname oluşturarak III. Murad'ın falına bakar. Geceleri de Yaldırık ile kuyruklu yıldızı gözlemleyip yıldıznamede keşfettiği bilgilerle örtüşecek bir kehanet öngörmeye çalışır. Bir gün Kapudan-ı Derya Hançer Ali Paşa ve leventleri gözlemevini basar. Yaldırık ile Yıldırak'ı, göğün sırrıyla icat ettikleri ırakgörürden meleklerin bacaklarını seyretmekle suçlarlar. Ama derler ki eğer Melek Beraatı alırlarsa bu günahları affolunacaktır. Yaldırık, Aksak Temür gibi bir cihangirin kanını taşıdığı içindir ki böyle bir iftira karşısında suskun kalamaz ve adamları ayrı, Hançer Ali'yi apayrı tepeler.

O günün gecesinde Yaldırık, kuyruklu yıldızı seyrederken Yıldırak'a gezegenleri sorar. Adlarını öğrenmek ister.Yıldırak da öğretir: Tilekdiz, Çolpandız, Yertinç, Kızıldız, Erendiz, Sekendiz, Yetendiz, Altandız.[2] "Sadece sekiz tane mi gezegen var?" diye sorar Yaldırık. Yıldırak da cevaben "Kim bilir, belki gelecekte dokuzuncu gezegen de keşfedilir" der. Yaldırık ona büyük bir minnet duymaya başlar. Bütün gece, öğrendiği gezegenleri sayarak adlarını tekrar eder. Sonra da Yıldırak ile kendisini kan kardeşi yapar. "Anamın dediği gibi tamam olduk!" der. Hakikaten Yalçuk Ana'nın kehaneti gerçeğe dönüşmüştür. Aksak Temür'ün, Uluğ Beğ'in torunu Yaldırık, tıpkı kendisi gibi iki ayrı göz rengine sahip Gökoğuz Yıldırak ile kader ortaklığı eder.

Yaldırık ve Yıldırak, kuyruklu yıldızı gözlemleyip yıldıznameden fal bakmaya devam ederlerken Yalçuk Ana da zar atıp Irk Bitig'ten onların ahirini görmeye çalışır. Yaldırık, ırakgörür ile kuyruklu yıldızın arkasında parlayan başka iki gök cismi daha keşfeder. Hemen onları Yıldırak'a da gösterir. Bunlar o kadar küçük ve belirsiz gök cisimleridir ki ancak kuyruklu yıldızın saçtığı ışık ile görülmüşlerdir. Derhal Takiyeddin Efendi'yi çağırırlar. Takiyeddin Efendi, cisimlerin gökteki konumlarını, Uluğ Beğ'in oluşturduğu yıldız haritasına göre hesaplayıp doğruya en yakın oranda belirler. Irakgörür yardımıyla bile güçlükle görülen bu iki gök cismi, kuyruklu yıldızın gökte devam eden seyri neticesinde, kendilerini aydınlatıp açığa çıkaran bu ışıktan mahrum kalınca gözden kaybolur. Sonrasında Yıldırak da Alageyik'in derisinden yaptırdığı kâğıt üzerindeki yıldıznamesinden, bu gök cisimlerinin gökteki konumuna dayanarak bir fal bakar. Gök cisimleri göğün dokuzuncu katındadır ve buna göre ortaya çıkan kehanet ölümsüzlüğe işaret etmektedir. Ama Yıldırak bunu imparatorluk topraklarına bolluk ve bereketin geleceğine, aynı zamanda İran'a yapılan seferin de başarıya ulaşacağına yorar. Fakat sabaha karşı Marmara Denizi'nde şiddetli bir deprem olur. Dersaadet, bu depremde büyük hasar görür. Gözlemevinin kulesi yıkılır, Yaldırık ve Yıldırak enkazın altında kalmaktan son anda kurtulur.

Gün ışıyınca felaketin ne denli yıkıcı olduğu ortaya çıkmıştır. Payitahtta meskûn pek çok yapı ya yıkılmış ya da ağır hasar görmüştür. Halk, depremi yaklaşık bir aydır gökte süzülen kuyruklu yıldıza yorar. Devlet adamları da bu söylentiden ötürü endişe duymaktadır. Kargaşanın önünü alamayan padişah III. Murad, deprem olurken son anda kuleden aşağıya atlayarak sağ kurtulan Yaldırık ve Yıldırak'ı huzuruna çağırtır. Bunca zamandır kuyruklu yıldıza dair yaptıkları gözlemlerin neticesini sorar. Yıldırak der ki, "Padişahımız, efendimiz! Tasalanmayınız, hayırlı haberler getirdik. Bu kuyruklu yıldız Devlet-i Alîyye'de bolluk ve berekete delalet eder. Ayrıca, hâlen süren İran seferinin başarıyla sonuçlanacağının müjdecisidir!" Padişah yeniden sual eder, "Öyleyse bu zelzele felaketi de neyin nesidir, deyin hele!" Bu kez Yaldırık cevap verir, "Hakanım, vallahi biz göğe bakar idik, yer yerinden o esnada oynadı, bu sebeple göremedik!"

Rasathaneye döndüklerinde kuyruklu yıldıza bakarlar ve aralarında şu konuşma geçer:

-Bre Yaldırık, kehaneti tutanlara umumiyetle Melek Beraatı verirlermiş, duydun mu?

-Kelek kır atı mı verirler? Kır atın keleği mi olurmuş ulan, kavun mudur bu?

-Beraat derim be hey cahil, beraat. Yani af, bağışlanma. Meleklerin beraatı. Melekler sayesinde günahlarımız affolunurmuş.

-Nitçez beraatı? Tanrı'nın rahmeti zaten sonsuzdur!

Kadızâde Kelebek Efendi'ye göre depremin sebebi aslında rasathanede yapılan gözlemlerdir. Zira Kelebek inanır ki Yaldırık ve Yıldırak, ırakgörür dedikleri o şeytan icadıyla göğü seyredip meleklerin bacaklarına bakarlarmış. Allah da Devlet-i Alîyye'yi ikaz edip bu günahtan vazgeçirmek için yeri yerinden oynatmışmış. Kadızâde Kelebek bu iftiranın, hem kendisine bağlı ulema aracılığıyla saray içerisinde; hem de ittifak hâlinde olduğu tarikatların etkisiyle halk içerisinde yayılmasını sağlar.

Kadızâde Kelebek'in görünürdeki amacı rasathaneyi yıktırmak olsa da nihaî hedefi devlet politikasında katı bir dinî taassubu hâkim kılmaktır. Buna yönelik sahip olduğu bütün imkânları ve aygıtları kullanır. Saray kadınlarını kendi safına çekebilmek için evvela haseki sultan Tançulpan Hatun ile ittifak kurması gerekmektedir. Zira Tançulpan Hatun, Kadızâde Kelebek'in Konya medresesi ve Sevişmişoğlu Fırlamış vakıasına dair gerçek yüzünü de bilmektedir. Kelebek, ittifak karşılığında Tançulpan Hatun'a rüşvet olarak Melek Beraatı verir. Tançulpan Hatun da onun Çolpan Hatun ile izdivacına rıza gösterir. Ayrıca, devletin idaresine tarikatların dâhil edilmemesini ister ve Kelebek de bunu kabul eder.

Neticede Kelebek, Gökgeyik boynuzunundan bir parça kestirerek Melek Beraatı'dır diye Tançulpan Hatun'a rüşvet olarak vermiştir. Öte yandan tarikat şeyhlerine de devlet idaresine karışmamaları karşılığında yine Melek Beraatı olarak Gökgeyik boynuzundan bazı parçalar rüşvet olarak verilir. Bütün bunlar yaşanırken Karamanoğlu Celalî başbuğu, Serfiçeli Paşa ile giriştiği bir cenk esnasında ölmüştür. Karaman'ın yeni Celalî başbuğu ise Kızılbaş olmuştur. Kızılbaş, Kadızâde Kelebek'i önceden beri tanıyordur ve Sevişmişoğlu Fırlamış'ın eski Celalî başbuğuna göndermiş olduğu Gökgeyik boynuzundan haberdardır. Kelebek, Gökgeyik'in "Alageyik" adıyla bilinen bir ikizinin olduğunu iddia eder ve Kızılbaş'a rüşvet olarak onun boynuzunu vaat eder. Böylece hem devlete baş kaldırmış bir isyancıyı etkisiz hâle getirir hem de kuvvetli bir müttefik daha kazanır.

Bir gün Çolpan Hatun rasathaneye gelir. Şehzadelerin sünnet düğününü haber verir. Bütün devlet erkânı ve Dersaadet ahalisi düğünde olacaktır. Bu, bulunmaz bir fırsattır. Çünkü böylesine büyük bir maşeri vicdanın önünde Yaldırık ve Yıldırak kuyruklu yıldıza dair yaptıkları gözlemlerin sonuçlarını ve öngördükleri kehanetleri duyurma imkânına sahip olacaklardır. Böylelikle, Kadızâde Kelebek'in halk arasında yaydığı "Rasathanede meleklerin bacaklarını seyrediyorlar, zelzele bununçün oldu!" söylentisinin adi bir iftiradan ibaret olduğu anlaşılacak; neticede Kadızâde Kelebek'in tarikatlarla olan kirli ilişkisi padişahın ve dahi herkesin önünde ortaya çıkacaktır.

Düğün günü gelip çatar. Yaldırık ve Yıldırak kuyruklu yıldızı merak edenler baksın diye meydana ırakgörürü de getirmişlerdir. O gece padişah III. Murad, oğullarının mürüvveti ve hayırlı nasibi için devlet erkânına ve ahaliye türlü ihsanlarda bulunur. Sıra Yaldırık ve Yıldırak'a gelince sorar, "Dileyin bre kuyruklular, benden muradınız ne ola?". Yıldırak söze şöyle başlar, "Devletlü, şevketlü, kudretlü, mehabetlü, inayetlü padişahımız, veli-i nimetim, efendim! Şu kuyruklu yıldızın ne manaya geldiğini, Devlet-i Alîyye'mize ne denli bolluk ve bereket ve dahi Acem'den nasıl zaferler getireceğini göğün sırrıynan görüverdik. Benim dileğim odur ki te şu gökteki meleklerden biriyle izdivaç etsem, derler ki meleklerin bacakları çok güzelmiş! Bu dileğim size sahici gelir mi, padişahım efendim? Ama gönül işte, ister de ister! Vallahi de billahi de biz günlerdir Yaldırık'lan bakar dururuz, lakin ne bir melek ne de bir çift güzel bacak görebildik! Ben görürüm diyen beri gelsin, aha ırakgörür buradadır. Bize de gösteriversin de gönül gözümüz açılsın. Padişahımız efendimiz de sonra o meleklerden birini bize ihsan eyler belki." Bu istihza, padişah III. Murad'ın hoşuna gider. İyice keyiflenir. Yaldırık'a döner bu kez, "Ya sen, nedir muradın, söyle bilelim, alaca gözlüm?". Yaldırık evvela ırakgörürden göğe şöyle bir baktıktan sonra der ki, "Hakanım! Gökte birçok küre vardır, onlara gezegen derler. Aynı kürre-i arz gibilerdir. Onlardan biri vardır ki çok güzel parlar, adı Çolpandız'dır. İşte, ben, onu kendime tımar olarak isterim! Siz değil misiniz ki cihan sultanı, dünya mülküne Allah'ın vekili, müminlere yalavacın halifesi? Diğer gezegenler de elbet sizin mülkünüzdür." Padişah III. Murad şaşırır. "Bre gök gözlü, dediğin o küreyi gökten nasıl indirip sana vereyim, aklın alır mı hiç?" der. Buna karşılık Yaldırık da der ki, "O zaman bendenize yerdeki Çolpan'ı bağışlayın, hünkârım!" Padişah III. Murad, kuyruklu yıldıza dair öngördükleri hayırlı kehanete karşılık Serfiçeli Paşa'nın kızı Çolpan Hatun'u Yaldırık'a vermeyi böylelikle kabul eder.

Bütün bu konuşmalara şahit olan Kadızâde Kelebek, Çolpan Hatun bahsinde artık dayanamaz ve padişahtan müsaade ister. Söze girer, "Hünkârım, kuyruklu yıldızın bolluk ve berekete delalet ettiğini üfürüp dururlar lakin Anadolu'daki Celalî eşkıyaları Devlet-i Alîyye'mizin belini kırmıştır. Menteşe'de, Kaçkarlar'da, Toroslar'da, Erciyes'te ve hatta artık Rumeli'nde Deliorman'da dahi isyancılar peydahlanmıştır." Padişah III. Murad öfkelenir, "Bre kanadını siktiğim, o vakıt sen ne diye hala burada uçup durursun? Beygir zekerine konmak mıdır yoksa muradın? Tez ver fetvalarını, katli vacip olsun eşkıyanın!" Bunu duyan Yıldırak kendini tutamaz ve söze atılır, "Fetvaya ne hacet haşmetlü sultanım, Beygirzâde Tırtıl Efendi hazretlerinin, cümle âleme dağıttığı Melek Beraatı hüneriylen Celalî başbuğlarından Kızılbaş'ı dahi huzur-ı zekerinize getirtmişliği vardır! Bize meleklerin bacaklarını görmek nasip olmadı lakin beraat eden Celalîler belki nasiplenir!" Takiyeddin Efendi dâhil herkes kıpkırmızı olmuştur. Kimi öfkesinden, kimi utancından, kimiyse üzüntüsünden… Lakin Sultan III. Murad bu müstehzi konuşmaya, oldukça gülmüş olmasına rağmen, bir anlam verememiştir. Zira Melek Beraatı'ndan haberi yoktur.

İpliği pazara çıkan Kadızâde Kelebek, o gece tarikat şeyhlerini huzurunda toplayıp bir plan yapar. O devirde, Frengistan'da kara veba hortlamıştır. Kelebek, oradan getirttiği vebalı hayvanları tekke ve zaviyelere çoktan yerleştirmiş ve Dersaadet'te küçük çaplı bir veba salgınına neden olmuştur. Düğünden sonra Sultan III. Murad ile hususî olarak görüşmek ister. Tarikat şeyhleri ile beraber huzur-ı hümayuna kabul edilir. Payitahtta günlerdir süren bir veba salgını olduğunu ve artık önlenemez duruma geldiğini anlatır. İran'dan o gece yetişen ulaklar da yenilgiyi haber verirler. Osmanlı ordusu ağır kayıplar vererek Diyarbekir'e çekilmiştir. Kadızâde Kelebek, Devlet-i Alîyye'nin karşı karşıya kaldığı bu felaketlerin rasathanede yapılan gözlemlerden kaynaklandığını iddia eder. Zira Yaldırık ile Yıldırak göğü seyredip yıldıznameden fal bakarlar ve buna binaen kehanet öngörürler; bu, elbette Allah'ın işine karışmaktır. Allah, Devlet-i Alîyye'yi bu musibetlerle cezalandırıyordur.

Sultan III. Murad derhal Kapudan-ı Derya Hançer Ali Paşa'ya emir verir. Osmanlı donanması bütün ihtişamıyla, sabahın ilk ışıklarında Tophane sırtlarındaki rasathaneyi topa tutacaktır. Bunu duyan Çolpan Hatun, endişeyle Tançulpan Hatun'dan yardım ister. Lakin haseki sultan oralı olmaz, "Allah'ın işine karıştılar, başımıza türlü musibetler açtılar; onlara müstehaktır" der, kestirip atar. Takiyeddin Efendi ise durumdan haberdar olmasına karşın onun elinden de bir şey gelmez. Zira rasathaneyi kurup Yaldırık ve Yıldırak'ı işe alan bizzat kendisidir. Yakın dostu Sadrazam Serfiçeli Paşa'nın hatrına, padişah onun canını bağışlamıştır. Takiyeddin Efendi, düğünden sonra ırakgörürü de Galata Kulesi'ndeki atölyesine kaçırmıştır. Bundan böyle çalışmalarını gizlice burada yürütecektir.

Osmanlı donanması, bütün heybetiyle Tophane sırtlarına yanaşmıştır. Kapudan-ı Derya Hançer Ali Paşa'nın emriyle ibret-i âlem için şiddetli top atışları başlar. Yalçuk Ana, Yaldırık ve Yıldırak da içinde olduğu hâlde gözlemevi yerle bir edilir. Böylece hem halka hem de devlet erkânına ciddi biçimde gözdağı verilmiştir. Çolpan Hatun, biraz sonra atıyla Tophane sırtlarına gelir. Fakat yetişememiştir. Sonrasında enkaza doğru yönelir. Yalçuk Ana ile ilk tanıştıklarında ona fal baktırmıştır. O zaman Yalçuk Ana, artık ihtiyacının kalmadığı bir nesneyi kendisine verirse dileğinin gerçek olacağını söylemiştir. İşte şimdi, Çolpan Hatun, Yalçuk Ana'nın da yattığı enkaza ata yadigârı sazını bırakır ve şu deyişi söyledikten sonra bağlı olduğu Bektaşî tekkesini dağıtarak şehri terk eder:

"Yoldaşlık dağıldı yitti nökerlik

Acuna yeğ oldu bunlu mezerlik

Tanrılar çağında ettiğim erlik

Küfürden sayıldı yazılmaz oldu"[3]

Top atışlarını Galata Kulesi'nden hüzünle, hüzünle değil aslında büyük bir pişmanlık ve vicdan azabıyla seyreden Takiyeddin Efendi, ateş kesilince fark eder ki bir aydır gökte süzülmekte olan kuyruklu yıldız bilinmezliğe doğru bir anda kayıp gitmiş; sır olmuştur. Çıplak gözle görmek şöyle dursun, artık ırakgörürle bile onu görmek mümkün değildir. Fakat kaybolmadan önce gökte muhteşem bir ışık saçarak Yaldırık ve Yıldırak'ın keşfetmiş oldukları gizemli iki gök cismini bir kere daha aydınlığa kavuşturmuştur. Böyle bir aydınlıkta, bu iki gök cismi önceki sefere oranla çok daha net bir biçimde görülebilmektedir. Bu fırsattan istifade eden Takiyeddin Efendi, derhal ırakgörür yardımıyla bahsolunan iki gök cismini bu kısa süre içerisinde gözlemlemeyi başarmıştır. Vicdan azabını bir nebze olsun dindirebilmek ve arkadaşlarına vefa borcunu ödeyebilmek için çeşitli yıldız haritaları çıkarıp Uluğ Beğ'in hesaplarından da yararlanarak yıllarca bu iki gök cismine yönelik çalışmalar yapar. Nihayetinde onların, birbirinin etrafında dönen ikiz gezegen olduğunu keşfeder. Birinin adını "Yaldırık", ötekinin adını ise "Yıldırak" koyar. Yaldırık ve Yıldırak, beraberce dokuzuncu gezegen(ler)[4] olmuştur.


Yazarın Notu: Bu öykü, Ezel Akay'ın "Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü" adlı filminden mülhem olup aynı mitolojik yapıyı haizdir. Öyküyü okuduktan sonra, filmin mitolojik yapısına dair önceden yazmış olduğum inceleme yazısını da okumanızı öneririm. (Buradan okuyabilirsiniz: https://www.tahtapod.com/blog/hacivat-karagoz-neden-olduruldu) Öyküde tarihî gerçeklerden de faydalanmış olmama rağmen kurguda özgün olmaya gayret ettim.

Ayrıca, bu mitin yaratılış sürecinde bana kılavuzluk eden ve kurguda yer alan birçok kahramanın adını devşirdiğim Sayın Deniz Karakurt'un "Türk Söylence Sözlüğü"ne buradan ücretsiz olarak erişebilirsiniz. (https://drive.google.com/open?id=1tmTf8cXjUby1CBt4t6QDlWW4YpUGyDee) Bu sözlüğü edinip incelemenizi önemle rica ediyorum. Zira bir milleti var eden o milletin ortak bilincinde doğmuş olan mitlerdir. Bir milletin varlığını muhafaza etmesinin en sağlıklı yolu da varlığını borçlu olduğu mitleri çağa göre uyarlayabilmesidir. Bu nedenle Türk mitolojisine sıkı sıkı sarılıp onu bugüne uyarlamamız hayatî bir mevzudur. 


[1] M. Bahadırhan Dinçaslan, "Şaman Uyanışı," Albatros, 71. (Dinlemek için: https://youtu.be/WlnaHyFW8nk)

[2] Deniz Karakurt, Türk Söylence Sözlüğü, 95. Ayrıca, öyküdeki kahramanların büyük çoğunluğunun adlarını, Karakurt'un bu sözlüğüne dayanarak koydum.

[3] M. Bahadırhan Dinçaslan, "Şaman Ağıdı," Albatros, 72-73. (Dinlemek için: https://youtu.be/Qv2u448vCUk)

[4] Karakurt, 96. (Plüton gezegenine dair) 


Kaynakça

Akay, Ezel. Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?. İstisnai Filmler, 2006.

Campbell, Joseph. The Masks of God: Creative Mythology. New York: Viking Press, 1968.

Dinçaslan, Bahadırhan M. . Albatros. İstanbul: Aygan Yayıncılık, 2016.

Karakurt, Deniz. Türk Söylence Sözlüğü. İstanbul: E-Kitap, 2011.