​Zannediyorum 15-16 yaşlarındaydım, ilk kez "Tarhana Çorbası" ve "Bulgur Pilavı"nı ağzıma sürdüğümde.  Zira tarhana çorbası ve bulgur pilavı fakir köylü yemeğiydi, bizim evimizde pişemezdi, pişmemeliydi...  Artık nasıl bir algım var idiyse... Yıllar içinde bulgur pilavının yoğurt ile efsanevi bileşimini ve tarhana çorbasının sonsuz sınırsız vitaminini keşfettiğimde oldukça acımıştım geçmiş günlerime. 

Fransa'da yaşanan benzin protestolarını görünce aklıma geldi bu "fakir yemeği" ayrımım hatırıma. Çünkü az aşağıda yapacağım sosyal çıkarımlarda da göreceğiniz gibi, kan kusup, kızılcık şerbeti içtim demek, ayranı olmayıp taht-ı revan ile hacet gidermeye gitmek, külliyen bizim milletin budalalıklarından vücut bulmuş sözlerdir.  Zira efendim, bizim milletin şöyle bir özelliği vardır üstünüze afiyet: Komşu bilmemne marka buzdolabı mı almış? Hemen bilmemne plas marka buzdolabını almak zorundadır evine. Eltisi 30 karat sarımsak kadar pırlanta mı almış, kendisi 50 karat soğan kadar pırlantayı takmalıdır parmağına. Onun nesi eksiktir? Komşu oğluna kır düğünü mü yapmış, kendi çocuğuna saraylarda düğün yapmalıdır. Ağaç kovuğundan çıkmamıştır ki canım bu çocuk. Arkadaşın çocuğu okul birincisi mi olmuştur? Hemen çocuğu şehrin -ne şehri ülkenin- en iyi dershanelerine göndermelidir. Yarış atıdır zira o bebe... İşte tam burada yine özlü sözlerimiz yetişmektedir imdada mevcut durumu açıklamak için : "Ayağını yorganına göre uzatmak"... Bizim Türk insanının hiç sevmediği husustur bu yorgan mevzuu. Olur mu canım, komşudan aşağı mı kalsın. Hem mahalleli ne der sonra? Hay konu komşu mahalleli kadar taş düşsün başına beybi. Hem zaten banka kredileri ne için var değil mi efendim? Çek krediyi, al arabayı, çek krediyi yolla bebeyi koleje, çek krediyi yap saray düğününü...  Borç yiğidin kamçısıymış, vurun kamçıyı kendinize... 

"Yok" demeyi kendisine yakıştıramayan yurdum insanının en sevmediği şeydir "yok". Domates olmuş 7 TL, almayalım mı canım... Alma teyze. Kışın domates mi yiyordun eskiden, yemeyiver. Ama almak zorunda. Konu komşuya karşı o poşetler içinde o domates eve gelmeli ki, aynı konu komşu "vay bee" desin, iyi kazanıyorlar demek... İşte ülkenin benzin mevzusu da tam olarak budur. Hane halkı başına düşen kritik borçlanma eşiğinin gözüne gözüne vurup, uzun vadelerle almış oldukları orta-üst segment araba kapıda kuzu kuzu yatsın mı yani, ne yapsın? Tabii ki alınacak o benzin, gidilecek şehrin en klas avmlerine, alınacak o karton çantalarda 30 gr gelmeyen 350 TLlik blüz. Komşular görecek şekerim o ünlü markanın karton çantasını. İçinde ne olduğu önemli değil. O benzin doldurulacak, o alışveriş yapılacak... 

Zorunluluklara sözüm yok ama kişisel lüks o kadar tavan yapmış vaziyette ki; her sabah işe giderken her bir arabaya ayrı sektiriyorum bendeniz. Abicim,ablacım tek başınasın o arabada tek...  Mecbur musun her sabah o karbonmonooksiti arabandan doğaya salmaya ve şehrin trafik karmaşasına ve gürültüsüne katkı sağlamaya. Toplu ulaşım neden var? Ne kadar çok incin varmış öyle dökülecek? 

Sırf bu sebepten diyorum ki işte, beklemeyin boşa, bize yüksek enflasyondan ya da aşırı yüksek petrol fiyatlarından, kişibaşına yüklenen anormal dolaylı vergilerden, ya da ülkenin varını yoğunu yurtdışına çıkaran müteahhit kesimden alınamayan doğrudan vergiden falan sosyal patlama olmaz bizde. "Ayol Ahmet bey, konu komşuya karşı 6 TL lik benzini mi protesto edelim şimdi, valla utanırım ben, çıkamam dışarı" ya da " Hanım hanım, ben kimseye 350 liralık depoyu dolduramıyor dedirtmem kendime" olur sadece bizde. Alın size sosyolojik sentez. Bu sonradan görmelik, bu gösteriş budalalığı, bu frapan kokoşluk bizi sersem etmişken, hangi benzin protestosundan bahsediyorsunuz siz? Değil pompayı, benzin istasyonunu alıp, münasip bir tarafına monte etseniz yurdum insanının bana mısın demez, zira konu komşu ne der? 

Böyleyken böyle efendim. Cümleten iyi geçirilmeler size, her nerede yaşıyor ve yaşatılıyor iseniz. Müstehaktır...