​Öndipçe: Bu yazı A Yağmur Tunalı Beyefendi'nin anlayışlı samimiyetine güvenilerek kaleme alınmıştır.

18 MAYIS 2013, Ankara Kızılay'da, Aksoy Çarşısı'nın en alt katında Tolga Başkan'ın mekânındayız.

Yani Mefkure Sahaf'ta. Başkan, önceden bildirmiş bizlere. Yağmur Tunalı gelecekmiş, güzel bir sohbet olacakmış ve yeni kitabı Kavga Günleri'ni imzalayacakmış. Başkanın davetine icabet edeceğiz elbette. Peki, kimdi bu Yağmur Tunalı? Seksen öncesinde mücadele etmişlerdenmiş.

Aslında bu bizim için yeterliydi. Bu yeterli malumatla ilgili saatte gereken yerde hazır bulunduk. Bizim muhayyilemizde yer alan seksen öncesi kahramanlarına çok benzemeyen; yani iri kıyım olmayan ve sert bir yüz ifadesiyle dünyaya bakmayan bir Yağmur Tunalı ile tanıştık. Yüzü mütebessim sesi naif bir Yağmur Tunalı vardı karşımızda… Mavi bir gömlek giyinmişti ve mavi benim en sevdiğim renkti. Bu çok önemsiz ayrıntı bile benim Yağmur Bey'e olan nazarıma müspet katkılar sağlamıştı. Yağmur Bey, güzel sesi ve akıcı Türkçesi ile hoş bir sohbetle bizi onurlandırmıştı o gün. 

Yeni çıkan kitabından bahsetmişti: "Kavga Günleri". "Yahu bu adam ne kavgası yapmış ola ki Kavga Günleri adıyla kitap yazmış?" diye düşündüğümü hatırlıyorum. Kendi de bahsediyordu aslında kitabın adının başka olmasını düşünüyormuş; ancak dostları bu adda ısrar edince bu adda karar kılınmış. Seksen öncesi mücadeleye dönük pek çok kitap okumuştum tabii. Mücadelenin tanıklarını, kahramanlarını okumak çok önemliydi. Bu kitap da öyle bir kitap olmalıydı elbet. Gerçi yazarı Yağmur Bey düşündüğümden değişik bir görüntü çiziyordu ama kavga deyince mücadelenin fiziki yönü çağrışım yapıyor ister istemez. Ben de bu hislerle kitabı temin etmiş ve imzalatmıştım o gün kendisine. 

Kitabı okudukça "iyi ki"leri bir bir sıralıyordum. Meğer Yağmur Bey'in bahsettiği kavgalar o güne kadar okuduğum kavgalarımızın çok farklı bir yönüymüş. Onun kavgası bir kültür kavgasıymış… "Bu adam nasıl bir kavga etmiş de Kavga Günleri adıyla kitap yazmış?" mealindeki düşüncem içimde utanıyor; kaçacak yer arıyordu. O günlerde bir kez daha fark ettim ki kavgamızın fikir dünyamıza, manevi yapımıza yönelik ciddi bir boyutu daha vardı. İşte Yağmur Bey de bu boyutta savaşmış kahramanlardan biriydi. Kitabı okudukça onu biraz daha tanıdım. Şimdilerde daha iyi anlıyorum ki asıl kavgamız buymuş. Bizi istemesek de fiziki kavgalara çekmişler ve kavgamızın bu yönünün ön planda olmasını engellemişler. Yağmur Bey, iyi ki "Kavga Günleri"ni yazmış, Yağmur Bey iyi ki kavgada yer almış! Sonrasında sosyal medyanın imkânlarından faydalanarak kendisini takip etmeye çalıştık. Ancak aklımda hep bir soru dolanıyordu: "Bu kadar donanımlı bir insan neden daha fazla eser vermez?"

Az çok neşriyat dünyasını takip eden bir öğrenci olarak 2015 yılında Yağmur Bey'in "Bittiği Yerde Başlar"ını duymam geç olmadı ama tembellikten olsa gerek eseri temin edip okuyamadım bir türlü. Sonrasında onun "Gittiler"i çıktı. Bu kitabı okumam gerektiğini düşünürken Oğuzhan Saygılı Hocam, Türkav Gaziantep bünyesinde yürüttüğü kitap okuma seferberliği dâhilinde "Gittiler"i hediye edeceklerini duyurdu. Kitaba talip oldum ve iyi olacak hasta misali kitap nasibime düştü. "Gittiler" adlı eserini okuyunca Yağmur Bey'i bir nebze daha tanıdım ve yine bu "Bu kadar donanımlı bir insan neden daha fazla eser vermez?" sorum da ikinci bir utanma hissini bana yaşattı. Yağmur Bey, kültür hayatımıza o kadar çok hizmet etmiş, o kadar önemli projelerde yer almış, o kadar eser vermiş ki bunları yaparken yazmaya vakti kalmamış. Bizlerse onun kültür dünyamıza yönelik eserlerinde bihabermişiz. Bundan sonrası için temennimiz bolca yazması ve bizim anladığımız manada eserlerden (kitaplardan) bizleri mahrum etmemesidir. Gerçi kendisi açık yüreklilikle yaptıklarını ve yaşadıklarını yazmak konusunda tembellik yaptığını itiraf niyetli bir açıklama ile söylüyor; ancak hatırlatalım ki: Türk böyledir efendim, yapmaktan yazmaya vakit bulamaz!

"Gittiler" bana Yavuz Bülent Bakiler'in "Gidenlerin Ardından"ını hatırlattı. Gidenlerin Ardından'ı lisedeyken bir öğretmenimden ya da arkadaşımdan alarak okuduğumu hatırlıyorum, hatta ders aralarında teneffüse dahi çıkmadan kitabı bitirmiştim diye hatırlıyorum. Gittiler için de aynı durum kendini gösterdi. İşe gidiş geliş sırasında yolda (otobüste) okumalarımın yanında iş yerinde (dönercide) müşterilerin baskın yapmadığı zaman aralıklarında kitaba uzanmaktan kendimi alıkoyamadım. Muhtevadan bahsetmeyeceğim elbette. Efendim, merak edenler kitabı temin edip okuyacaklardır zannediyorum. Diyeceğim yegâne şey şudur ki: Yağmur Bey, "Gittiler" diyerek gidenlerimizi anlatmış, göçer kültürümüzün ilahi emirle kesişim noktası olan son göçüşle bizi eksik bırakanlarımızı anlatmış. Kitabı okuyunca eksik kalışlarımızın gerçek boyutunu bir kez daha idrak ediyoruz. Yine de teselli bulacak bir sözümüz var efendim: Türk böyledir, göçer! Konduğu yer ona âşık olsa da yine göçer. Hem ilahi emir böyle buyuruyor. Yaşarken köle de olsak, dünya hâkimi de olsak; Ölüm Şairimiz'in dilince söyleyelim hepimizin "bir namazlık saltanatı" olacak musalla taşında…

Bu vesileyle belirtmeliyim ki en azından ben, bu yeni mezun müstakbel -öğrenecek çok şeyi olan- öğretmen, bu tarz kitaplara yönelik manevi bir açlık hissediyorum. 

Sondipçe: Oğuzhan Saygılı Hocamın şartlarından birisi okuduğumuz kitaplar sonrasında kısa yazılar yazarak bunları paylaşmamız. Kendisinden kitap talep ederken kolaymışçasına evet dediğimiz bu şart Yağmur Bey gibi büyüklerin eserleri sonrasında olunca bizleri epey zorluyor. Efendim Yağmur Bey "Büyüklerimiz"i öyle tatlı bir üslupla anlatmış ki şimdi bizim bu kırık dökük sosyal medya Tükçesiyle "Büyükleri anlatan Büyüğü" anlatmaktan imtina etmemiz nasıl beklenmesin? Önce "Bittiği Yerde Başlar" ve sonrasında nice kıymetli eserlerle Yağmur Bey'i anmak ümidiyle… Esen kalınız.


Deli