​Toplum içinde gençliğin anlam ve önemini en iyi kavrayanlar, şairlerdir. "Dünya güzeldir ama bir şairin gözüyle daha da güzel olur" der, Alman şair Johann Wolfgang Von Goethe. Şairler, içinde bulundukları toplumların, toplumsallaşmaya mahsus durağanlığını yererek, gençliği şiirlerine taşan düşlerinin mimarları olarak görürler. Ve gençliğe büyük bir aşk beslerler.

İnsanı ve insanın meydana getirdiği toplumu anlayabilmek için; insana, canlılara, dünyaya, kainata bütüncül yaklaşmak zorundayız. Bu nedenle ontolojinin temel yasalarını bulmak ve mükkemmelliyete olan arzuyu tatmin etmek için insan ve toplum yaşantısını bunlar üzerine kurmalıyız.

Bilinenlere dayanarak denebilir ki, varlık başı bilinmez (şimdilik) bir hareket içerisindedir. Varlığı var eden hareket, her şeyi değiştirerek dönüştürmektedir. Bu hareket, varlığın bir parçacığı olan insanı da değiştirmek ve dönüştürmektedir. İnsan, üreyerek zamana, yere ve olaya göre genetik olarak değişmekte ve dönüşmektedir. İnsan yaşamı bir an bitse de insanın genetiği varlık içerisinde devam etmektedir. Bugün nefes alan her insan, yüzyıl sonra olmayacaktır. Tıpkı yüzyıl önce bizim yürüdüğümüz yollarda yürüyen insanların bugün olmaması gibi...
Bu gerçekliği kavrayan insan, genetiğinin devamı olan çocuğunun tabiatta hayatta kalabilmesi için onu, kendi ömrünün son anına kadar koruyup kollamakta ve eğitmektedir. Toplumlar da bir ebeveyn gibi toplumun geleceği olan gençlerin sağlığına, eğitimine ve ekonomisine önem vermektedir. Çünkü; fertler ölür, millet yaşar!Gençlik, yarındır, mükemmele biraz daha yaklaşmaktır. Gençlik, toplumun zamana adaptasyon sağlamış halidir. Gençliğin taze beyni, enerjik bedeni, hem çağın ilminin kavranmasında hem de toplumun ekonomi ve güvenlik açısından işleyebilmesi için bir zaruriyettir.

Toplum içinde gençliğin anlam ve önemini en iyi kavrayanlar, şairlerdir. "Dünya güzeldir ama bir şairin gözüyle daha da güzel olur" der, Alman şair Johann Wolfgang Von Goethe. Şairler, içinde bulundukları toplumların, toplumsallaşmaya mahsus durağanlığını yererek, gençliği şiirlerine taşan düşlerinin mimarları olarak görürler. Ve gençliğe büyük bir aşk beslerler.


*****

Tarihsel süreç içerisinde birçok nedenden ötürü, bulunduğu çağın gerisine düşen Türk Milleti'nin şairleri de Türklüğün unutulmuş medeni kabiliyetini yalnızca gençliğin dirilteceğini bilmiş ve gençliğe büyük umutlar bağlamıştır. Şairlerin gözünde gençlik, mitolojik birer kahramandır. Benliğini taşa çalarak, kendini yalnızca milletine adamıştır. Büyük Alman bestecisi Richard Wagner'in kahramanı Rienzi gibi...

Şairlerin düşlerinde gençlik bir peygamber gibidir. Musa olup, denizleri yararak kavmini vaad edilmiş topraklara götürür, İsa olup ölmüş medeniyeti kanı ile yeniden diriltir.

1821-1921 yılları arasındaki yüzyıl belki de bilinen Türk tarihi içerisindeki en feci yüzyıldır. Bu yüzyılda muasırlaşmadan geri kalan ve iç-dış düşmanlar tarafından kuşatılan Türk Milleti'ni kurtarmak için dönemin şairleri mücadeleci ve öncü bir yaşam ile kendilerini uluslarına adamışlardır.

Namık Kemal

Ondokuzuncu yüzyılın büyük fikir insanı ve Türk şairi Namık Kemal, milletin içine düştüğü feci ahvali, 'Vatan Mersiyesi (ağıdı)' adlı şiirinde "Vatanın bağrına düşman dayadı hançerini / Yoğimiş kurtaracak baht-ı kara maderini" sözleriyle sloganlaştırmıştır. Yazılarında, şiirlerinde ve piyeslerinde halk diline yönelenmeye gayret eden Namık Kemal, kurtuluşu millette ve milletin geleceği olan gençlikte görmüştür. Türk edebiyatının ilk tarihi romanı olan Cezmi'de baş karakter Cezmi'yi İskender misali doğunun kapısını açmak için İran'a gönderen Namık Kemal, yine şaheser piyesi 'Vatan yahut Silistre' de İslam Bey'i gençliğe örnek göstererek, Türk vatanının hudutlarını şehitlerden örülü bir sedde çevirmeye çalışmıştır.

Ziya Gökalp

Ikinci Meşrutiyet döneminin önemli şahsiyetlerinden olan Türk Milliyetçiliği'nin fikir babası Ziya Gökalp, Namık Kemal'den devraldığı tarihi görevle bir ömür, milleti kurtaracak gençliği yaratmaya çalışmıştır.

Döneminin Türk Gençliği'ne "Atilla'nın oğlusun, unutma!" diye bağıran Ziya Gökalp, İsrafil melek gibi uyuyanları, uyandırmıştır. Namık Kemal'in izinden giderek Türk Gençliği'ne tarihi görevler addetmiş, önüne müebbet bir ülke koymuştur: Turan!

Onun kaleminde Türk Gençliği, haşmetli dağları aşıyor, esir soydaşları kurtarıyor, ata yurtlara varıyor ve Meteler, Bilgeler, Çengizler, Timurlar diriliyordu.

1921 yılına kadar yaşanan siyasal ve sosyal olaylar Gökalp'in düşüncelerinin tersine çıksa da, O, yüce bir medeniyetin evladı olan Türk Gençliği'nin, makus talihini yeneceğine inanıyordu.

Nihayetinde Türk'ün çelikten yumruğu, Türklüğü tarihe gömmeye çalışanları, Dumlupınar meydanında ezmiştir! Fakat ne yazık ki, Ziya Gökalp kurtuluştan bir yıl sonra, sanki ilahi görevini ihya etmiş bir nebi gibi hayata gözlerini yummuş, düşlerinde dolaştığı Turan'a, ala geyiğin izine, Kırgız konçuyun yanına, atalarının ruhunun dolaştığı Tanrı Dağları'na uçmuştur.

Mehmet Akif Ersoy

Ziya Gökalp ile çağdaş olan bir başka büyük şair Mehmet Akif Ersoy, "Kahraman ırk"ın gençliğine, 'Asım' diye seslenerek, onu vahdete ve kıyama çağırıyordu. Yazılarında, vaazlarında ve şiirlerinde bir başka yönümüze dikkat çeken ve yoğunlaşan Akif, Türk Gençliği'ne Hz. Hamza'yı, Hz. Ali'yi, Hz. Hüseyin'i anlatıyor ve gençliğe 'Bedr'in Arslanları' diyordu. On yıl boyunca üç kıta, yedi deniz, çöl üstünde ve kar altında 'kıta kapmaca' oynayan Türk Gençliği'ni, "İslam'ı kuşatmış boğuyorken hüsran / O demir çemberi göğsünde kırıp, parçaladın" mısralarıyla methediyordu.

Ve kendinden sonraki gençliği uyarıyordu Akif;

"İhtiyar amcanı dinler misin, oğlum Nevruz?
Ne büyük söyle, ne çok söyle; yiğit iş de gerek.
Lafı bol, karnı geniş soyları taklid etme;
Sözü sağlam, özü sağlam, adam ol, ırkına çek!"

Hüseyin Nihal Atsız

1930'lar sonrası insanlık, milletler arası savaşlarını ideolojiler üzerinden yürütürken, gayri Türk fikirler de Türk Gençliği'ne sirayet etmekteydi. Gelişen bu tehlikeyi bir öğretmen olarak yerinde gözlemleyen Hüseyin Nihal Atsız, Türk medeniyetinin içinden filizlenmemiş hiçbir fikrin, Türk Milleti'ne fayda getirmeyeceğini kavrayarak, Türk Gençliği'ni bu hususta bilinçlendirmek için çabaladı.

Gayri milli fikirler karşısında, Türk Gençliği'ne hakikati özünde bulması gerektiğini vurgulayan Atsız Ata, 'Bütün Türk Gençliği'ne' adlı şiirinde "Siyasette... Muhabbet... Hepsi yalan, palavra / Doğru sözü Kül Tigin Kitabesi'nde ara!" diyerek, öz fikir düşüncesini ortaya koyuyordu. 'Gençlik ve Ahlak' başlıklı makalesinde devletin, gençlik üzerindeki görevlerine dikkat çeken Atsız, gençliğin fani dünya hayatında yalnızca zevkleri için yaşamaması gerektiğini ve bir devamı olduğu milletin önemini şöyle vurguluyordu;

"Hiç düşündün mü niçindir yaşamak?
Bir görev yapmak içindir yaşamak.
Er kişiysen görevin neyse, başar.
Zevke, eğlenceye hayvan da koşar."

Atsız Ata, Türk edebiyatının bence en nadide eserlerinden biri olan 'Bozkurtlar' romanıyla, tozlanmış Çin vesikaları arasında uyuyan Kür Şad'ı uyandırıp, budunu için paramparça olmuş kan sızan bedenini, gençliğin önüne koymuştu.

Ve Atsız Ata, 'Bize bir gençlik lazım' adlı makalesinde hayalindeki genci tarif ediyordu;

"Bize turkuvaz salonlarında hocalarına kasidekar nutuklar söyleyen genç lazım değildir. Köye inen, dışkı ve toprak kokularına alışkın nasırlı köylü eli sıkacak, onu bıkmadan dinleyecek genç lazımdır.

Bize yalnız dans etmesini, iyi giyinmesini, kur yapmasını ve âşık olmasını bilen gencin lüzumu yoktur. Bize bugün mesleğinde usanmadan çalışacak, yarın hudutta göz kırpmadan ölebilecek genç lazımdır."

*****

Soğuk savaş sonrası içinde yaşadığımız şu Küreselleşme hezeyanı, Türkiye'de her şey de olduğu gibi akıllıca uygulanmamış ve bu rüzgarın savurduğu gençlik, aşırı bir bireycilik girdabına düşmüştür. Bunun içindir ki, milleti ve milletin geleceğini kökünden sarsan olaylar karşısında Türk Gençliği, üstüne düşen görevden kaçmıştır.

Gençliğe yönelik bu ve benzeri eleştiri sonrası Gezi Parkı ve 15 Temmuz örnek gösterilerek, gençliğin görev başında olduğu söylenecektir. Öncelikli olarak öne sürülen iki örnekte küçük kesimlerin fedakarane mücadelesiydi. Fotoğraf çektirmeye gelenleri dahil etmeyin. İkincisi; mühim olan sorun gün yüzüne çıktığında değil, çıkmadan önce üste düşeni yapmaktır. 2002-13 yılları arasında siyasal iktidar, o zaman ki "Gülen Cemaati" ile birlikte bir istibdat kurarken gençlik üzerine düşeni yaptı mı? Hayır, seyretti. Peki, 2010-15 yılları arasında siyasal iktidar devleti temsilen, Bölücü Terör Örgütü ile "çözüm ararken", PKK Terör Örgütü kentlere yığınak yaparken gençlik üzerine düşeni yaptı mı? Hayır, süreçte askere gidip, geldiğine sevindi. 1990'ların başından itibaren devlet kurumlarına yayılan (sızan demeyeceğim, yayıldığını cümle alem biliyordu) Fethullahçı Terör Örgütü karşısında gençlik üstüne düşeni yaptı mı? Hayır, işlerini yoluna koymak için Gülen'e methiyeler diziyordu.

Yani gençlik üzerine düşeni yapmadığı için toplum, bu üç suçun cezasını şu an ödüyor.

Çünkü günümüz Türk Gençliği'nin en büyük sorunu, millet kavramını idrak edememektir. Gençlik, şahsi çıkarlarını devletin hatta milletin çıkarlarından üstte turmaktadır. Gençlik kısa yoldan zengin olmanın yolunu arayan, zengin olup sınırsız cinsellik hayali kuran, haz ve gösteriş düşkünü bir hal aldı. Günümüz Türk Gençliği, seviyesiz ve seciyesiz bir yığına dönüştü.

Türk Gençliği'nin şu anki içler acısı durumunun üç sorumlusu vardır: Aile, devlet ve kendi. Aile sorumludur, çünkü bu gençliği onlar yetiştirdi. Aileler, çocuklarını edilgen olmasına göz yummakla kalmayıp, bundan mutlu oldular. Aileler, "Elalemin akıllısı sen misin? Önce kendini kurtar. Sen kendi hayatına bak! Bu işler sana mı kaldı? Devletin malı temiz, yemeyen keriz" gibi mide bulandırıcı 'öğütler' ile pasif, özgüvensiz, değer yargıları olmayan aşağılık bir gençlik yaratmıştır.

Ahlak, nezaket ve terbiye yoksunu, insanın mevcudiyet gayesinden bihaber, çocuk ve gençlik psikolojisi bilmeyen bu insanımsıların, üreme hakkının olup olmadığı zaten ayrı bir tartışma konusudur. Sanki her insan üremeyi hak ediyormuş gibi sayısız insan herhangi bir kısıtlama olmadan boş vakitlerini çocuk yaparak geçirmektedir.

Türk Devleti de her halde yeryüzündeki en liberal devlet olsa gerekir. Devlet tarifine uyan devletler, acaba Türk Devlet'i kadar vatandaşını başı boş bırakıyor mudur? Çocukların ve gençlerin eğitilmesinde, öğretilmesinde ve bilinçlendirilmesinde devletin hiç sorumluluğu yok mudur? Peki bu sorumluluklar; okul açmak, anlattığı konuyu bilmeyen öğretmen tayin etmek, safsatalarla dolu ders kitaplarını ücretsiz vermek midir?

Çocuğun içinde büyüdüğü aile yapısı, yetiştiği mahalle, bilgisayar kullanımı, izlediği televizyon ve toplumun üst sınıfını oluşturanların durumlarının önemi yok mudur? Muhakkak ki, sağlıklı bir gencin yetişmesi için bireyin, ailenin, mahallenin, toplumun ve medyanın devlet tarafından denetlenmesi lazımdır.

Saçma sapan şarkıları çığıranlar "ünlü sanatçı" diye övülür, kişilik yoksunu, hayatta figüranken gerzek bir yönetmen tarafından başrol olmuş kişilere "usta oyuncu" denirken ve şahsen hala neden var olduğunu ve devam ettiğini anlayamadığım futbol-cular şımartılıp, yüksek meblağlar kazanırken, bu soytarılar ömrünü akademiye adamış kişilerden toplum içinde daha büyük değer görürken, bir Türk genci niçin milleti için yaşasın? Niçin bunların saltanat sürdüğü yurt için gözünü kırpmadan hudutta şehit olsun?

Bahane üretmek bedava olduğu için yukarı da dikkat çekmeye çalıştığım tüm toplumsal sorunlar, herkesim tarafından ifade edilmektedir. Tarih boyunca defalarca tekrar edilmiş olmasına rağmen bir işe yaramadığı bugün mevcut durumla ortadadır.

Peki tüm bu olumsuzluklara ve sorunlara rağmen düşünebildiğini iddia eden gençliğin bir insan olarak sorumluluğu yok mudur? Beş yıllık üniversite yaşantımda üç-beş üniversite de derslere girerek, hem akademisyenler hem öğrenciler ile epey muhabbet ettim. Üniversiteli gençler, eğitim sisteminden ve işsizlikten şikayet etmektedir. Fakat tüm bu şikayetlere rağmen üniversite kütüphaneleri en tenha yerken, kentin eğlence mekanları en kalabalık yerler olmaktadır. Gençlik üzerine düşeni yapmıyor, kendi hatasını topluma atmaktan gocunmuyor.

Son olarak, Türkiye Cumhuriyeti sınırları içerisinde bir üniversite de bölücü-yıkıcı terör örgütü militanı yüz kişi toplanıp, üniversitenin işleyişini ele geçirip, terör örgütünün paçavlaralarını ve elebaşlarının resimlerini asarken, bunlarla yetinmeyerek Türkiye Cumhuriyeti Devleti'nin kurucu ulu önderi Mustafa Kemal Atatürk'ün resimlerini indirken, büstlerini tahrip ederken ve Atatürk'ten de öte Türk Bayrağı'nı indirirken, on binlerce Türk gencinin bulunduğu bir üniversite de bunlara mukavemet gösteren genç sayısının yirmi-otuz kişi olması, günümüz Türk Gençliği'nin şeref, haysiyet ve namus yoksunu olduğunun apaçık kanıtıdır.

Türk Gençliği, şairlerinin ümitlerine, şiirlerine ve hayallerine ihanet etmiştir.

"Atatürk'ün resimleri indirilirken hiçbir şey olmamış gibi gündelik eğitim hayatına devam edenleri Mustafa Kemal görseydi, Türk Devrimleri'ni Türk Gençliği'ne emanet eder miydi" diye düşmekten kendimi alamıyorum.

Tanrı, Milliyetçi Türk Gençliği'ni Korusun!


Orhun - İzmir​