HOYRATLAR

Yaralandım yatmadım, yaram tımar etmedim
Çok niyetler tutmuştum hiç birine yetmedim

Kerkük Türküsü

Nice zaman olmuştu, kendi bile farkında değildi. Güneş ne zaman başını uzatıp baksa, O da geçer penceresinin kenarına sevdiğinin yoldan geçişini beklerdi. Gün, onun simsiyah saçlarını okşar, gönlüne umut salar, biraz onla biraz bunla oyalar, öte taraftan sessizce çekip giderdi. Çok geçip gitti böyle güneş, kömür karası saçları ak yazmasıyla bir renk olmuştu. Ne yapsındı! Elbet bir gün gelir diye kendisini avutmaktan başka ne çaresi vardı ki! Elbette yarın sabah olduğunda, yine güneşle beraber, geçecekti penceresinin kenarına. Sevdanın bıkıp usanması olur muymuş, hangi yıl bir sevdayı eskitmek kudretine sahipmiş. Hiç olacak iş mi?

Emel Fuat annesini öylece camdan dışarı, boşluğa bakar gördükçe derin bir üzüntüye kapılıyordu. Kendisi de kimselere belli etmeden gelen giden var mı diye baksa da artık umutları tükenmek üzereydi. Oysa işte şuracıkta, pencerenin kenarındaki sedirde uyuyup kalmış annesi, gecenin zifiri karanlığı da basmış olsa, ay ışığı düşen ak yazmasıyla hâlâ çok umutlu görünüyordu. Küçücük yüreğini bir sızı kapladı, henüz on iki yaşındaydı. Beklemenin ne demek olduğunu biliyordu, kavuşmanın ne demek olduğunu ise hayâl bile edemiyordu.

​Yıktılar kalamızı sürdüler balamızı
Daha can boğazdayken çektiler salamızı​

Kerkük Türküsü​

14 Temmuz günü, Emel Fuat'ın annesi yine başında ak yazmasıyla pencere kenarına geçmiş, gelen giden var mı diye bakıyordu. Dışarıda bir gürültü koptu, kadıncağız daha ne olduğunu anlamadan silah sesleri birbirine karıştı. Gözünün önüne hemen oğulları Nihat'la Cihat gelmişti. Ana yüreği kaldırır mıydı başlarına bir iş gelse! Emel Fuat korkmuş, ağlamaya başlamıştı. Koşup annesinin kucağına sığındı. Çok sürmeden Nihat, Cihat ve eşi Fuat Muhtar eve geldiler. Diğer çocukları Azize, Semire ve Kubat da evdeydi.

Gelen haberlerden anlaşılmıştı ki Türkmen gazinosuna baskın yapılmış, Osman Hıdır Türk şehit edilmişti. Türkmenler karşı koyar diye de sokağa çıkma yasağı ilan edildi. Fuat Muhtar, çocuklarının hepsini sağ salim evde görünce içi biraz olsun rahatladı ama sokakta dolaşanlar olduğunu görünce kötü şeylerin olacağını sezinlemişti. Aklına hemen Ata Hayrullah gelmişti.

Ata Hayrullah, evinde çocuklarını başucuna toplamış, hepsinden milli kıyafetlerini giymelerini istemişti. Kardeşi İhsan da onlarla beraberdi. Hep bir ağızdan Çırpınırdı Karadeniz'i söylerken kapı şiddetle vurulmaya başladı. Ata Hayrullah başına gelebilecekleri tahmin ediyordu. Gece karanlığı çökmüş, devrimin ilk yılı geride kalmıştı. Kapıya dayananlar daha da şiddetli vurmaya başlayınca, açtılar. Girenler hiçbir şey sorup etmeden hemen Ata Hayrullah'a "seni kumandan kışlada bekliyor" dediler. İhsan Hayrullah da onlarla beraber olmak üzere düştüler yola.

Kışlaya gittiklerinde, vakit kaybetmeden Ata Hayrullah'ı ve kardeşini bağladılar. İhsan Yarbay doktordu, kendilerini getirenleri, bağlayanları tanıyordu. Yıllarca onlara ilaç vermişti, hastalıklarını tedavi etmişti. Ya şimdi? Onlar ne yapacaktı bütün bunların karşılığı olarak? Önce Ata Hayrullah'ın üstüne gittiler. Üzerinden milli kıyafetlerini yırtarak çıkarıp çeşitli işkenceler yapmaya başladılar. İhsan Yarbay, ağabeyine gözleri önünde yapılan bu işkenceden ziyadesiyle etkilenmiş, gözyaşları içerisinde sürekli dua ediyordu. İşkenceciler Ata Hayrullah'ın vücudundan bıçakla etlerini kesip etraftaki hayvanların önüne atıyor bir taraftan da "Hadi kim gelip kurtaracaksa sizi elimizden kurtarsın, Mustafa Kemal de öldü, sizi kimse kurtaramaz artık." diye dalga geçiyorlardı. Ata Hayrullah canını teslim ettiğinde Yarbay İhsan'a da aynı işkenceleri yaparak şehit ettiler. Ata Hayrullah'la Yarbay İhsan'ın cansız vücutları arabaların arkasına bağlanmış vaziyette Kerkük sokaklarında gezip durdu. İşkenceciler bağırıyordu "Ata Hayrullah'ın etinin kilosu on filis (kuruş), alan var mı?"

Elinde yad elinde öt bülbül yad elinde
Bir diyar mezar olsun kalmasın yad elinde

Kerkük Türküsü

Emel Fuat, bütün gece rahat uyuyamadı. Dün gece Kerkük âdeta zulüme terkedilmişti. Küçücük yüreği hızlı hızlı atıyor, okuldaki arkadaşlarını, annesinin yıllarca beklediği kişileri, babasını, ağabeylerini düşünüyordu. 

Kapı aniden kırıldı! Eli silahlı adamlar evin içine doluştular. Öğretmen olan Nihat ailesini korumak için atıldı öne, tutup götürmek istiyorlardı. Dün geceden beri ortalığı akıl almaz işkenceler ve cinayetlerle kana bulayanlar, Emel Fuat'ın evine de bir anda kara bir bulut gibi doluşmuştu işte. Fuat Muhtar, Nihat'ı silahlı adamların elinden alabilmek için çırpındı durdu. "Beni alın alacaksanız" diye ağlıyor, yalvarıyordu. Hanımını ve Fuat Muhtar'ı ihtiyarlıklarına bakmadan dövmeye başladılar. Nihat bir ara adamların elinden kurtulacak gibi oldu, babasını yediği dayaktan kurtarmak için can havliyle fırlamasıyla ciğerine kurşunun girmesi bir oldu. Ardından bir tane daha, bir tane daha…

Kurşunlar henüz durmamıştı ki Emel Fuat'ın feryadı göğü kapladı. Ağabeyinin üzerine kapanmış, gelen kurşunlardan onu korumaya çalışıyordu. On iki yaşındaki küçücük bedenine kurşunlar yağdığında çok fazla dayanamadı. Gecenin karanlığında saçları kızıl kanlara boyanmış, annesinin canı-ciğeri Emel Fuat cansız serilmişti yere. Annesinin yıllarca pencere kenarında oturup beklediği sevgili Türkiye'ye kavuşmanın ne demek olduğunu öğrenemeden…

Emel Fuat'tan hemen sonra bir diğer ağabeyi Cihat'ı da vurdular. Fuat Muhtar ve eşi dövülerek bayıltılmıştı. Adamlar, Nihat, Emel Fuat ve Cihat'ın cansız bedenlerini arabaların arkasına bağladılar. Emel Fuat, kızıla boyanmış saçları Kerkük sokaklarında, korkudan donup kalmış küçük gözlerinde annesinin umuduyla sabaha kadar dolaştı durdu.

Can Kerkük canan Kerkük, her söze kanan Kerkük
Kalıptı yardan uzak, mum kimin yanan Kerkük

Kerkük Türküsü

​Bir gün önce başlayan olaylar, hızla artmış adeta bir katliama dönüşmüştü. Bir yıl önce, 1958'de olan Irak cumhuriyet devriminden sonra kısa da olsa güzel günler gören Türkmenler bir bir kırılıyordu. Kavurucu sıcağın yaktığı topraklar, kimsesiz cesetlere sahip çıkıyor, on yaşında, seksen yaşında demeden koynunda saklıyordu. Sanki günün birinde emanetçisi çıkıp gelecek de, "Bunlar senin yavruların, gelmeni hep dört gözle beklediler. Buyur emanetini" diyecekmiş gibi…

Emel Fuat'ın annesi pencere kenarında kaç gün, kaç gece daha bekledi bilinmez. Ondan sonra bir sevgiliyi bekler gibi Mustafa Kemal'in askerini bekleyen kaç umutlu yürek vardı o da bilinmez.

Kim bilir belki, kucağında on iki yaşında bir kız çocuğuyla hâlâ bekleyenler vardır…

(Emel'in yarım asrı deviren aziz hatırasına hürmeten yazılmıştır. Ruhları şâd, mekanları cennet olsun.)

______________________

14 Temmuz Kerkük Katliamı'nın yıldönümü. 

Yukarda ki yazıyı 2010 yılında, bu katliamın ciğer yangını olan 12 yaşında şehit düşmüş Emel Muhtar'ın hatırasına hürmeten yazmıştım. 

Bugün Emel'in şehadetinden yarım asır sonra onun çocukları ve torunları yaşındaki Telafer Türkmenleri Ankara'dalar. Hangi kız çocuğunun başını okşasam Emel'in gülümsediğini sanıyorum.

Emel'in şehadetine engel olamadık, çocuklarının vatanlarını kaybetmelerini de acz içinde seyrettik. Cenab-ı Allah neslimizi bizden mert kılsın inşallah da bu çocukların torunlarının başlarını Kerkük'te, Telafer'de, Musul'da, Tazehurmatu'da, Hama'da, Humus'ta, Halep'te okşayalım.


Ahmet Turan Tiryaki
Temmuz 2016