Bu yazı 24 Ağustos 2011 tarihinde yayımlanmıştır.

Hepimiz ABD'nin BOP planını eleştirirken sanki ABD'nin ve başka ülkelerin veya bölgelerin dünya çapındaki diğer faaliyetlerini göz ardı eder gibiyiz.

2. Dünya Savaşı'ndan sonra İngiltere dünya devi olarak önem kaybederken ABD gittikçe önem kazanmaktaydı. Coğrafi konumundan dolayı sanayisinde hasar görmüş olmaması, Nazilerden kaçan Yahudi bilim adamlarını ve savaştan sonra esir aldığı Alman ''Nazi'' bilim adamlarını bilimsel Arge-sürecine dahil etmesi bu yükselme döneminin en başta gelen sebeplerindendir. Endüstri mallarını ve silahları dolar karşılığı satması, Nazilerin elinden kurtarılan ülkelere verilen yardım kredileri ve Almanya'ya Marshal planı kapsamında verilen yardımın USD olarak yapılması dünya çapında USD'yi rezerv para konumuna getirirken ABD tarihinin en ağır ekonomik krizini yaşamakta olduğu bu günlerde USD'ye olan güvenle beraber USD'nin rezerv para konumu da gittikçe önem kaybetmekte.

Bu husus ABD'nin dışişleri stratejisini yakından etkilediği gibi dünya ticaretini de yakından etkilemekte. ABD Bretton Woods sistemini 1971'de terk ettiğinden beri USD'nin arkasında hiç bir reel değer bulunmamakta. Yani her bir USD ABD'nin günün birinde geri ödeyeceğine dair bir vaattir. Yani vadesi açık olan bir borç senedi! Bu da ABD'nin 40 senedir dünya çapına başka ülkelerden ne alıyorsa, mesela petrol, her türlü ham madde, yani ABD'nin ithal ettiği her şey, bedavaya, sadece bir ''günün birine ödeyeceğim'' vaadine karşı alıyor olduğu manasına geliyor! Çok uzun süredir Arapların Avrupa Merkez Bankası'na yeni bir para biriminin üretimi hakkında danıştıkları, lakin ABD'nin bunu engellemek için hem Avrupa'ya hem de Araplara baskı yaptığı söylenmekte. Bu hususta İran rahatsızlığını defalarca açıkça dile getirdi.

Ayrıca önümüzdeki yılın Kasım ayında ABD'de seçim olacağını ve seçim kampanyalarının şimdiden başladıklarını göz önünde de bulundurmak gerekiyor. Görünen o ki başkan Obama'nın durumu bir hayli zor. Hem Amerika'nın iç ekonomik durumu (ekonomi bir türlü canlanmamakta, işsizlik %9 olarak gösterilmekte, fakat gerçek oranın aslında %23 olduğu tahmin edilmekte, bazı eyaletler memurlarının maaşlarını ödeyememekte) hem de başkan Obama'nın bir çok konuda pasif kalması ve iyi niyetli ama etkisiz olarak görünen reformları özellikle cumhuriyetçilerin aşırı sağ kanadının (the Tea Party Movement) daha da güçlenmesine yol açıyor. Aşırı ırkçı ve tutucu faaliyetleri ile tanınan TPM merkez bankası görevlerini üstlenmiş olmasına rağmen aslında merkez bankası olmayan Federal Reserve Bank'ın (FED) para politikasından rahatsız olduğunu ve gerekirse ABD'nin borçlarını geri ödememe pahasına (bu uluslar arası bankacılık kanunlarına göre ABD'nin iflası olur) bu para politikasından vaz geçeceklerini ve FED'in konumunu tekrar gözden geçireceklerini defalarca ifade etti. Ağustos başı ABD'nin yeni borçlanma sınırlarını yükseltebilmek için Temsilciler Meclisinde çoğunlukta olan cumhuriyetçilere çok taviz verme mecburiyetinde kalan Obama'nın ufak başarılarından biri de yeni borçlanmadan sonra savunma harcamalarının azaltılmasını sağlamak oldu. ABD kendi askeri için harcaması gereken parada kısıtlama yapma mecburiyetinde olduğundan dünya çapında yürüttüğü askeri operasyonlarda kendi ordusunu kullanmaktansa müttefiklerini olaya daha fazla dahil edeceği kanaatindeyim.

Son günlerde Türkiye'nin Suriye konusunda bu derece gaza getirildiğini düşünürsek bu plan çoktan başlatılmış görünmekte.

Şu an için sonuç olarak ABD'nin dünyada ki ekonomik gücünü kaybetmekte olduğunu ama kendi içinde de siyasi dalgalanmalar yaşamasına rağmen bunu kolay kolay kabullenmeyeceğini aklımızda tutabiliriz.

Bu gelişmeler karşısında dünyadaki diğer ağır siklet aktörlerin, yani Çin, Rusya ve AB'nin tutumu ney? ABD'nin BOP planını hepimiz duyduk, lakin hızlı adımlarla dünyanın en büyük ekonomisi olma yolunda ilerleyen ve şimdiden dünyanın en büyük emtia ithalatçısı olan Çin'in enerji zenginliği ile bilinen bu bölgeye yönelik planı olmadığını düşünmek hayalperestlik olacağı kanaatindeyim. Aynısı Rusya ve AB için de geçerli.

Yukarıda da belirttiğim gibi ABD'de başlayan ve kısa zamanda tüm dünyayı kapsayan krizden AB'de payını aldı. Birçok AB'ye üye ülkenin aşırı borçlu durumda olmaları Avro bölgesine ve dolayısıyla daha yeni 1999 sanal para olarak ve 2002 de reel para olarak faaliyete geçmiş olan Avro'ya güveni ciddi boyutta sarstı. Almanya ve Fransa'nın öncülüğünde bağımsızlığıyla gurur duyan Avrupa Merkez Bankası ECB'ye olan güveni feda etmek uğruna AB'nin parçalanmaması için mücadele ediliyor. Borçu olan ülkelere AB anlaşmalarına aykırı olmasına rağmen diğer devletler ''yardım'' ediyor. Bu sıkıntılara rağmen özellikle petrol zenginliği ile bilinen Libya'da ki ayaklanmada özellikle Fransa, İngiltere ve İtalya Gaddafi'ye karşı gelenlere ABD ile beraber yapılan NATO hava taarruzunda destek verdiler. Gaddafi'den sonra yönetimi ele geçireceklerle bu ülkelerin petrol anlaşmalarını çoktan yaptıkları biliniyor.

AB'nin küçülmesi veya tamamen dağılması zayıf bir ihtimal olmakla beraber yaşanan krizin doğurabileceği sonuçlardan. Lakin AB'nin ekonomik krizi atlatması için en başta gelen asıl seçenek üye devletlerin egemen varlıklarını tamamen ortadan kaldırmak ve bir ''Birleşik Avrupa Devleti'' ilan etmek! Bazı üye devletler ne kadar buna karşılarmış gibi görünseler bile zaten AB'ye girdikleri anda egemenliklerinin büyük bir kısmını AB'ye devrettiklerinin ya farkında değiller, ya da kabullenmek istemiyorlar. Ellerinde kalan az hürriyetleri de (kısıtlı bir ekonomi ve fiskal politika mesela) kriz ortamında ''parayı veren düdüğü çalar'' mantığıyla ister istemez AB tarafından ellerinden alınıyor. Şimdiden krizin vurduğu ülkeleri kurtarmak için kurulan fonun (EFSF) gelecek bir AB hazine / maliye görevini üsteleneceği tahmin edilmekte. Almanlar şu an için buna ne kadar karşı gelseler de AB adına ihraç edilecek tahvillerle gerçekleştirilecek ortak bir borçlanma krizin çözümü için vazgeçilmez görünmekte.

Mevcut gündemde bu ihtimal ne kadar uzak görünse de 40 senedir ABD'nin nasıl dünyayı haraca bağlayıp bedavadan yaşadığını gören Avrupa, Almanya ve Fransa'nın önderliğinde bu ihtimalin gerçekleşmesi için elinden geleni yapacaktır. Bunun için ekonomik krizin yanı sıra aşılması gereken en büyük engelin Avrupalıların birliğini sağlanması olduğu düşüncesindeyim. Ne kadar aynı dini paylaşsalar da Avrupa ırkları ve milletleri arasında kültürel farklar çok büyük. Ayrıca 2. Dünya Savaşı biteli neredeyse 70 yıl geçmiş olsa bile Balkanlarda ki savaşın çok geride kalmadığını ve Kosova'nın hala Sırplar tarafından kabul edilmediğinden dolayı bölgede ki rahatsızlığın hala devam ettiğini de göz ardı etmemek gerekir.

Avrupalıların birbirleri ile olan uyuşmazsızlıklarını dikkate alırken ne olursa olsun yine de haçlı ruhu taşıdıklarını ve gerekirse Osmanlı'ya karşı birleştikleri gibi birleşebileceklerini unutmamak gerekir. Ve Avrupa şu an ABD'nin ekonomik olarak zayıfladığının kokusunu aldı bir kere!

Bütün bu durumda İngiltere'nin oynadığı rol da çok önemli. Avro'da olmayan İngilterenin bir taraftan Amerika'ya çok derin kültürel bağları mevcut, diğer taraftan'da AB üzerinden tekrar dünya politikasında daha etkin bir rol oynama imkanına sahip. Tabii bu konuda AB'yi ne kadar kendi etkisine alabileceği ve bunun hala mevcut olan ''Common Wealth'' bağlarıyla ne derece uyuşacağı çok önemli.

AB'nin Ortadoğu ya yönelik planlarının askeri boyutu krizi ne zaman ve ne şekilde atlatacaklarına bağlı ve ancak o zaman net bir şekil alır. Ama şimdiden görünen o ki Türkiye hiç bir zaman AB'ye tam üye olmayacak, ancak AB ile Doğu arasında bir tampon bölge olarak kullanılacak. O yörede kendi başına güçlü bir Türkiye hiç bir zaman AB'nin işine gelmeyecek. Güçlü ve sağlam bir Türkiye politik olmasa bile ekonomik açıdan Doğu Avrupa'yı ve Balkanları kendi yörüngesine çekebilecek durumda olabileceği için AB'nin güçlü ülkelerinin pazarpayı kaybettirme ihtimali var. 2009 senesinde Almanya'nın tüm ihracatının % 62.9'unun AB ülkelerine olduğunu unutmamak gerekir! Bu nedenle PKK ya destek veren tek ülkenin ABD olduğuna inanmıyorum. PKK AB'den gerek siyasi gerek maddi destek almaktadır. Arapları Amerikan etkisinden çıkarması çok zor olacağından dolayı AB Kuzey Afrika'daki ''Arap Baharını'' da desteklemektedirler.

Kendilerinin güçlenme çabaları yanı sıra AB'ye destek veren, daha doğrusu destek veriyormuş gibi görünen Çin Halk Cumhuriyeti defalarca ABD'yi borçlanmasına bir türlü hakim olamamasından açıkça eleştirdi. Bunun en başta gelen sebebi de ABD'ye en çok borç para veren ülkenin Çin olması, hemde senelerdir Amerikan hazine tahvillerinden (Treasuries) çıkıp altın, gümüş ve Avro'ya yönelmesine rağmen. Çin ABD'nin hazine tahvillerini alıyor, yani ABD'ye borç para veriyor, bunun karşılığı ABD Çin'den ürün ithal ediyor. FED'den sonra dünyada en çok Amerikan hazine tahvili tutan ülke Çin Halk Cumhuriyeti. Ağustos 2010 da açıklanan rakam 860 Milyar USD civarında. Aynı zamanda Çin aynı Rusya gibi İran'ı ve dolayısıyla Suriye'yi desteklemekte. ABD'nin İran'a açıkça saldıramamasının sebeplerinden biri de bu. Bir tarafta ABD'ye en çok borcu vermiş olan Çin aynı zamanda dünyada en çok ihracatı yapan ülke ve en çok emtia ihtiyacı olan ülke. USD'den kurtulmak için gittikçe Avro ülkelerinin tahvillerini alıyor, lakin Avro şu anki konumuyla USD'den çok daha daha güvenilir bir yatırım sayılmamakta.

Çin'in ayrı bir sıkıntısı da komşusu Rusya ile. Rusya ile Çin'in ilişkileri düzelmekte olsa bile Rusya Merkez Asya'da Çin'in etkisini kısıtlamaya ve yöreye olan silah ihracatını artırmaya çaba gösteriyor. Bunun için kullandığı enstrümanlardan biri de Şanghay İşbirliği Örgütü. 1996'da Rusya, Çin, Tacıkistan, Kazakistan ve Kırgızistan tarafından 1996'da Şanghay'da imzalanan anlaşma ile hayata geçirilen ''Şanghay Beşlisi'' 2001 yılında Özbekistan'ın katılımı ile ŞİÖ şeklini aldı. Bu örgüt 2000li yıllarda Rus stratejisinde aktif yer almazken Rusya'nın dış politikada ağırlığını batıdan doğuya kaydırmasıyla ŞİÖ'ye daha önem vermesine yol açtı. Afganistan ile ilgilenen tek ülkenin ABD olmadığını Medwedjew'in 2008 dış politika stratejisinde ŞİÖ'nün Afganistan'da terörizm ve uyuşturucu ticaretine karşı daha etkin rol alması gerektiğini belirtmesinde görülebilir. 10.-11. Haziran 2010' da Taşkent'te yapılan toplantıda Medwedjew yine Afganistanın bölge için oluşturduğu tehlikeye dikkatleri çekti.

Rusya için ŞİÖ değişik hedeflerini gerçekleştirmek için kullandığı bir enstrüman. Hal böyleyken Rusya ŞİÖ'yü müttefik kazanmak için de kullanmakta. Mesela ŞİÖ'de sadece gözlemci statüsüne sahip olan Hindistan ve İran'ın da Rusya ile yakın bağları var. Çin'in yanı sıra bu iki ülkede Rus silahlarının en önemli müşterilerinden. Çin ve Hindistan Rusya ile ortak askeri tatbikat düzenlerken asıl dikkat arz edilmesi gereken husus Rusya'nın İran'la beraber dünya gaz rezervlerinin çok büyük bir kısmını kontrol etmekte olması.

Yani ŞİÖ Rusya için Çin'i kontrol etmek, denetlemek ve Merkez Asya'daki yayılmasını sınırlamak için kullanılan bir zemin olmakla beraber tüm aktif ve pasif katılımcıları için başka bir önemli hususu olan bir kuruluş. Dünyanın en büyük enerji ihracatçılarını (Rusya, Kazakistan, Özbekistan ve İran) en büyük enerji ithalatçıları (Çin ve Hindistan) ile bir araya getirerek ŞİÖ dünyanın en büyük enerji pazarını oluşturmakta. İşe bu boyuttan bakıldığı zaman İran'ın Rusya ve Çin için taşıdığı önemi görebilmek mümkün.

Diğer yandan da Suriye'nin İran için önemini Tehran'ın Tunus, Mısır ve Libya'da ki isyancıları kahraman ama Suriye'de ki isyancıları terörist olarak adlandırmasından anlayabiliriz. Suriye'ye karşı her hangi bir taraftan yapılacak olan saldırıya İran'ın tepkisini öngörebilmek çok zor. İran'dan desteklenen Hizbullah Suriye üzerinden gerekirse Lübnan'ı karıştırabilecek, gerekirse İsrail'e karşı eylemlerini gerçekleştirebilecek durumda.

Aynı zamanda da Suriye sadece İran için değil, tüm bölgedeki dengeler için çok önemli. Suriye İsrail'in komşusu olmakla beraber güneybatısında ki Golan tepeleri 1967'den beri İsrail işgali altında. Bütün düşmanlığa rağmen ülkeler arasında 40 senedir resmi olarak tek bir kurşun sıkılmamıştır. Şam'da ki mevcut rejim bir nevi Suriye İsrail sınırındaki dengeyi sağlamaktadır. Suriye'de ayaklanmalar başlayınca Şam silahsız yüzlerce kişiyi Golan Tepelerine saldığında İsrail tarafında insanlara ateş açılmıştı. Bunu Suriye'nin iç meselelerinden dikkati dağıtma olarak değil daha ziyade ABD ve Avrupa'ya verilen bir gözdağı olarak algılamanın daha doğru olacağı kanaatindeyim. Şam bir nevi bu hareketiyle şunu gösterdi ''Suriye için istikrarsızlık İsrail için istikrarsızlık demek.''

Suriye konusunda başka dikkat edilmesi gerek bir hususta Irak'a olan uzun sınır. ABD Irak'ı işgal ettiğinden beri Suriye sünni grupların sınırdan Irak'a sızıp ABD işgalcilerine karşı savaşan gerillaları desteklemelerine göz yumdu. Benzeri bir askeri hareketin Suriye'de gerçekleştiği takdirde işin ne derece zor olacağını ABD'ye gösteren ve ABD'nin yıl sonuna kadar askerlerini tamamıyla Irak'tan geri çekeceğine göre bu grupları ABD tarafından yerleştirilmiş kukla yönetimlere karşı kullanmak lehine olan Suriye'ye karşı bir tavır almanın ne derece Türkiye'nin lehine olacağı çok ama çok tartışılabilecek bir konu.