...ve kızıl ile yeşil eşekleri!....

Ben Samsun'da doğdum. Annem ve babam Samsun'un Devgeriş köyünde öğretmenlerdi. 

Yedi yaşıma kadar yaşadım Devgeriş'te. Karadağ'ın eteklerinde, yemyeşil, Karadeniz'e müthiş bir manzara sunan, güzel bir köydü.

Köy halkı tütüncülükle uğraşırdı.
Köyün okulu eski bir rum kilisesiydi. Sonradan okul haline getirilmiş.

Babam okul müdürü, annem öğretmendi.
Kaldığımız iki odalı lojman doğrudan okul binasının içnde bulunuyordu. Yani dışarıya çıkmadan lojmandan okula geçmek mümkündü. 

Her ne kadar çocukluğumun o yılları ızdırap ve acılarla dolu bir dönem olsa da, Devgeriş'te ki zamanım çocukluğumun en güzel yıllarıydı.

Ama zor yıllardı. 

1980 öncesi, sağ sol çatışması ile anılan dönem. Siz şimdi bakmayın birilerinin ulusalcı, ‚Atatürk Milliyetçisi, ulusalcı' gibi kavramlara bürünmelerine. Duvarlarda orak-çekiçler, Mao, Lenin, Stalin posterleri eksik olmazdı.

Tabii okul müdürü ülkücü olunca, kancayı takmak isteyenler çok olurdu.
Jandarma'nın köye çok sık geldiğini hatırlıyorum.
Birileri ihbar ederdi ‚Hoca okulun altında bomba imal ediyor' diye, onlar da mecburiyetten gelip arama yaparlardı.

Okulun altı büyük, bazı eski eşyaların konulduğu, mahzen gibi oda… Girer girmez zaten bir şey olmadığını görmek mümkün. Ama ihbar olunca mecburiyetten gelip aynı binada olan lojmanı da okuluda tarıyorlar. Tabii bir şey bulunamıyor. Kısmen subaylar bir şey bulmayacaklarını bildikleri, yani boşu boşuna geldikleri için başlarına iş açan ihbarcılara saya saya geliyorlardı.

Çocuktum, ama özellikle 5-6-7 yaşıma ait hayal meyal da olsa bazı hatıralarım var.
Anlatacağım olayı biraz daha net hatırladığım için yaşımın çok ta küçük olmaması gerek.

Sanırım sene 79'du, yani 7 yaşında falanım. 42. hükümet olmalı, başbakan Ecevit. Yani şimdi herkes tarafından halk ve millet yanlısı bilinen Karaoğlan. Gerçi o zamanlar biraz farklı literatür kullanıyordu. Ağzından düşmeyen ‚Devrim' sözcüğünü, günümüzde birileri o zaman yönelik Atatürk'ün devrimleri ile alakalandırmaya çalışsalar da, onun bahsettiği ‚devrim' 1923 ve sonrası değil, ‚1917 model devrimdi'.

Yine öyle bir arama yaşandı, ama bu sefer askerler lojmanla, okulun altıyla fazla ilgilenmediler.
Babam sanat ve el yapımı Türk folkloru motifleri içeren ağaç, tahta işlemeli dekorasyon eşyalarını sever. Kendisi temin ettiği bazı tabloları okula ve öğretmen / müdür odasına asmıştı. Bu tablolarda Türk mitolojisinden ve tarihinden sahneleri gösteren motifler işlenmişti.
Örneğin Boğaç Han'ın boğa ile güreştiği an, Deli Dumrul köprü başında, bir taşın üstüne oturmuş bağlama çalan bir aşık gibi.

Okulun girişi salonunda da o meşhur Türk Bayrağı'nın Doğuşu tablosu vardı.
Savaştan sonra şehitlerin kanı yerde, üzerine Ay Yıldız'ın vurduğu gölgeyi gösteren tablo.

Neyse, uzun lafın kısası, bu sefer ki sebebi ziyaretleri o tabloymuş. Sonunda belli oldu.
Subay veya astsubay, hatırlayamıyorum, şikayeti babama söyledi, 'efendim mevzuata uygun değil' gibi o yaşta anlayamadığım bir sürü saçma gerekçeler…
Konuşurken kendisinin bile söylediklerine inanmadığı belliydi.
Ama emir büyük yerden, yapabileceği bir şey yok.

Nitekim sonunda ‚Müdür bey, bu tabloyu indirmeniz lazım' dedi.
Dedi ama kendisi de yutkundu.

Babamın canı bayağı sıkılmıştı. Yapılacak bir şey yok...
‚Kusura bakmayın komutanım' dedi ‚Türkiye Cumhuriyeti'nin bir okul müdürü olarak Türk Bayrağı'nın Doğuşunu gösteren tabloyu okulumun duvarından indirmeye benim elim varmaz. Ama illa da indirin diyorsanız, devlet gücü sizsiniz. Ben engel olamam.'

Öyle bir an birbirlerine baka kaldıklarını hatırlıyorum ve askerin de durumdan memnun olmadığının her halinden belli olduğunu.
Sonunda bir ere döndü ve ‚İndir tabloyu' diye emretti...

Ve Türk askeri Türkiye Cumhuriyeti'nin bir okulunda Türk Bayrağı'nın Doğuşu'nu gösteren tabloyu duvardan indirdi.

Şimdi aradan 37 yıl geçti.
2 gün evvel lüle lüle saçlı Yeni Türkiye'nin bir okul müdürünün öğrencilerine andımızı okudukları için hakaret ettiğini gördük, okuduk.
Görür görmez aklıma Devgeriş'te ki ilk okulum ve Türk askerinin o tabloyu indirmesi, indirme mecburiyetinde bırakılması geldi.

Bekledim, resmi bir demeç, bir azar, bir özür olacak mı diye.
Duymadım!

Belediyelerde indirilen Kürtçe tabelaların geri asılmasına karşı gösterilen ‚hassasiyet(!), andımızı okudukları için ‚Burası Dingo'nun ahırı mı?' diye sözde ‚okul müdüründen' hakarete uğrayan Türk öğrencilerine karşı gösterilmedi!

Ve anladım ki, sadece o okul değil, tüm Türkiye Cumhuriyeti Devleti, önüne gelen her eşeğin Türk'e karşı, Türklüğe karşı istediği gibi anırabileceği, kin kusabileceği bir ahır olarak görülüyor!

Zaman geçiyor, ama o kanı bozukluğun yine aynı kanı bozukluk olduğuna inanıyorum!

Bu haysiyetsizlik, eskiden kızıla boyanmış olarak karşımıza çıkarken, bugün ise yeşile boyanmış olarak yine karşımızda olduğunu görüyorum.

Benim için daha düne kadar yüzümüze ‚siz cehabeyle ordahlıh yabdınız!' diye anıran, bugün ise MHP'den sorumlu genelbaşkan yardımcılarına toz kondurmayan bu eşekler, 80 öncesinin Türk düşmanı aşırı solcu eşeklerden zerre farkları yok!

İkisinin de ortak yanı Türk'e kin ve nefret duymaları!

Ve mesele bu zihniyetin o hakaretleri yağdırması, o kini kusması değil,
mesele bu şerefsizliği, bu haysiyetsizliği yapabilecek cesareti hangi mevkiden aldıkları!