Saklandıkları yerde ellerinde sadece bir bomba olduğu için Rum mezalimine teslim olmamak adına aralarında kendilerini o bombayla öldürmeyi teklif edenlerin bulunduğu kalabalık bir sığınakta yaşananları anlatan aile dostumuz Hanife teyze...

***




''
Yazık işte insan o zaman bilemiyor neyi isteyeceğini...''


Geçtiğimiz günlerde geç de olsa Derviş Zaim'in Gölgeler ve Suretler isimli filmini izledim.Filmin konusu 1963 yılında başlayan,daha doğrusu net olarak belirginleşen Kıbrıs olayları ile ilgili.Bu yazımda film ile ilgili bir analiz,yorum yapmayacağım sadece filmin jönfisi olan Kıbrıs Türk'ü genç oyuncunun daha önce beni rahatsız eden bir sözü olmuştu filmi izlerken sık sık aklıma geldi.

''Yazık işte insan o zaman bilemiyor neyi isteyeceğini...''

* * *

Bugünlerde Kıbrıs görüşmeleri gündemde olduğundan ötürü gerek tahtapod adresindeki değerli yazarlarımız,gerekse birçok mecrada kalem oynatanlar konu ile ilgili siyasi,sosyolojik ve ekonomik analiz-görüşlerini belirtiyorlar.Ben bu yazımda çok fazla analize girmeden başka bir boyutundan bahsetmek istedim Ada'nın.

İl bazındaki bir memleketten bahsetmek,yani ülkemizin sevilen suali ''nerelisin''i kendi kendime sormak istesem benim zihnimdeki sıralamada doğduğum yer,babamın ve annemin memleketlerinden sonra aklıma gelecek ilk yer Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'dir.

Zaten küçük bir ada ülkesi olan Kuzey Kıbrıs'ın bir ili değil de tamamı memleket gibi hissettirir.

Çocukluğumdan beri çok sık gidip geldiğimiz,çok yakın aile dostlarımızın varolduğu,bir amcamın eşinin Kıbrıs'lı olması dolayısıyla ailemden bir çok kişinin de öz memleketi olan,benim ve erkek kardeşimin doğumunu gerçekleştiren çok kıymetli doktorumuzun da memleketi olan her yerden gönlümüze ayrı bir teması bulunan güzel bir yuvadır benim için Kıbrıs.

Yıllar önce merhum Türk Büyüğü Rauf Denktaş'ın kuzenimin nikah şahitliğini yaptığı düğünümüzde,iyice genç ve dava yolunda yetişen bir milliyetçi olarak kendisiyle bir arada bulunmanın muazzam duygusunu yaşadığım dün gibi aklımdadır.

* * *

Henüz çok küçük yaşlardan itibaren Kıbrıs'a gittiğimde orada yaşayan dostlarımız büyük bir özen ve içtenlikle bizi ağırlarken bir yandan da Rum mezaliminin neler yaşattığını anlatırlardı.

Evlerinin bir kısmı saldırı sonucu ağır zarar gören bir süre sonra eşi ve evlerinde sakladıkları komşularıyla Rum askerlerce Lefke meydandaki toplanma alanına götürülen,götürülürken eşinin TMT'nin önemli isimlerinden olması sebebiyle ayrı bir gerginlik yaşayan sonrasında bir tesadüf sonucu* bu gergin ve diken üstünde bekleyiş anlarından kurtulan Emine Teyze.

Saklandıkları yerde ellerinde sadece bir bomba olduğu için Rum mezalimine teslim olmamak adına aralarında kendilerini o bombayla öldürmeyi teklif edenlerin bulunduğu kalabalık bir sığınakta yaşananları anlatan aile dostumuz Hanife teyze.

TMT üyesi olan ve mücadelelerde aktif rol almış yine aile dostumuz Ömer Amcanın bize Ada'yı gezdirirken anlattığı acıdan ve soydaşlarımızın onurlu mücadelesinden dem vuran olaylar ve mezalimi yaşamış nice aile dostlarımız,yakınlarımızın diğer anlatıları...

En son olarak gururla anlattıkları Türkiye'nin adaya müdahelesi...

Yalın ve sade şekilde anlatırlardı olanları...

Oysa yaşadıkları,acıları,öyle sade ve yalın bir zulüm değildi Ada Türkleri tamamen yok olmanın kıyısından dönmüşlerdi...

Türkiye'ye besledikleri büyük sevgiyi,aşkı onları hiç tanımasaydınız da Türkiye hakkındaki konuşmalarda tonlamalarından,anlatımlarındaki gurur dolu sözlerden hemen farkederdiniz.

Atatürk'e verdikleri değer,onun yol göstericiliğine verdikleri kıymet had safhadaydı.

Kendimi en rahat hissettiğim yerlerden biriydi Kıbrıs hala öyledir ya bir süredir düzen değişiyor...

***

Kıbrıs'ta yaşanan mezalim ve müdahalenin ardından geçen yıllarda Ada ile ilişkilerimizde pozitif gelişimi sağlayan tüm siyasetçilerimizin dışında çok önemli bir aktör vardı.

Merhum Başbuğ Alparslan Türkeş...

Merhum Başbuğ'un bu ülkede çoğunluğun farketmediği, fark etse de siyasal veya kişisel çıkarları nedeniyle inadına görmezden geldiği çok ama çok önemli bir başarısı vardı.

Neredeyse dünyanın her yerindeki Türklerle yoğun iletişim ve yardımlaşma halindeydi.

Üstelik kendisi ne başbakan ne de cumhurbaşkanı gibi bir sıfat taşımamasına rağmen hatta milletvekili olmadığı dönemde bile o kadar organize bir şekilde dünyanın birçok bölgesindeki Türklerle ittifak halinde oldu ki Türk Dünyasının Başbuğu makamını sadece bu toprakların evlatları değil Türk topraklarındaki yurttaşlarımız da coşkuyla seslendirmeye başladı.

Üstelik bu konuda çok cesur hamleler yapmaktan kaçınmıyordu.

Onun hakka yürümesinin ardından 5 yıl sonra AKP dönemi başladı ve biz yüzümüzü başka bir yöne doğru çevirdik.

Evet Kıbrıs'ta açılan üniversitelerle birlikte orada yaşayan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının sayısı artıyor ancak özellikle sosyal ilişkiler aksi yönde ilerliyordu.

Elbette teknik olarak Kıbrıs'la ilişkiler devam etti, yeni anlaşmalar vb.yapıldı ancak o ''bir'' olma ruhu,Merhum Başbuğ'un zamanındaki çalışmalar etkisini yitirmeye başladı.

Ne biz bu konuda yeterli sosyal çalışmaları yaptık, ne de Kıbrıs gelecek nesillere bu konuda yeterli anlatı ve çalışmalarda bulundu.Hayatının son anına kadar ''bir'' olma çalışmalarını sürdürecek olan Denktaş ise giderek yalnızlaştırılıyordu.

Aslında biz bu temaşanın bir benzerini Cennet Mekan Merhum Ebulfez Elçibey'in görevinden uzaklaştırılması döneminde de yaşamıştık.

O zamanın organizatörü Rusya iken Kıbrıs'ta karşımıza organizatör olarak İngiltere çıkmaktaydı.

Adanın hayaleti İngiltere'nin baskın kültürü yeni dönem eğitim müfredatları ile birleşince zihinlerde geçmişte yaşanan korkunç olaylar ''tamam bir dönem tadsızlıklar yaşandı ama'' havasına büründü yeni nesil ve o yeni nesli yönlendirenlerin dillerinde.

Tarihinin bilmenin ve özümsemenin ne kadar kıymetli olduğunun bir özeti gibiydi Kıbrıs...

Dünyanın artık değiştiği, yeni vizyonlar geliştirmek gerektiği, Kıbrıs'ın dünya arenasında tanınması için ''çağdaş'' hamleler yapılması gerektiği süslü ve allı pullu cümlelerle tanımlansa da gözlere yansıtılan bu ışığın ne çağdaşlığın ne modernliğin ışığı değil patlayacak bir bombanın fitilinin ışığı olduğunu görmek ruhumuza yıllardır ülkemizden tanıdık olan bir pas tadını hatırlatıyordu.

Çağdaşlık,modernlik,hayatı ve huzuru çağın ışığında yakalamak gibi doğru ve yerinde kavramlar nasıl bizim ülkemizde suistimal edilerek bu kavramlarla uzaktan yakından alakası olmayan bomba imalatçılarının sakızı olduysa,Kıbrıs Türk'ü gençlerimizin ve yetişkinlerimizin önemli bir bölümü yine bu sözlerle kandırılıyordu.

Büyük matematik denklemlerine gerek yok sözü yine her yaştan, her kesimden vatandaşımızın anlayacağı dilden özetleyelim:

Kıbrıs meselesinin çıkış noktasında dahi Rumlar kontrolün tamamen kendilerinin eline geçmesini ve adanın tamamen Rum hakimiyetine alınmasını isterken, Ada Türkleri sadece adaletli bir şekilde adanın Türk ve Rum olarak bölünmesinin derdindeydi.

O zamanların meşhur sloganları bile hep bu ''TAKSİM'' temeline dayanıyordu.

Olayların başlangıç ve gelişiminde Rum mezalimine karşı Türkler hep savunmacı pozisyonda kaldılar.

Bu arada savunma kelimesine takılanlar için izah edelim savunma sadece evinizde,ya da kışlanızda oturarak gelen hamleleri beklediğiniz bir yaklaşım değildir size doğrultulacak olan namluyu bulup yok etmenizde savunmanın bir parçasıdır.

Velhasıl kelam aradan 40 yıldan fazla zaman geçti bugün Rum kesimi ve Yunanistan'ın tüm görüşmelerde,açıklamalarda,toplantılarda tavrı,tarzı hala aynı kafanın tavrıdır.

Yunanistan devlet politikalarındaki Türk'e karşı hazırlıklı olmalıyız tavırları yüzünden yıllardır hem kendi silahlı kuvvetlerine ölçüsü dışında para harcamaktan geri kalmamış hem de nerede bir terör örgütü var onu eğitmekten ve militanlarını korumaktan geri durmamıştır.

Marksist-Leninist örgütlerden o kadar çok kişiyi bünyelerinde muhafaza etmişlerdir ki bu konulardan haberdar olmayan biri Yunanistan'ın yönetim biçimini farklı zannedebilir.

Bu sözlerim bazı okurlara yıllara dayanan ve gelişen olaylar neticesinde klasikleşmiş Türk-Yunan Türk-Ermeni olaylarına bir Türk Milliyetçisinin bakışı açısı olarak gelebilir.

Hatta bazı okurlar benim işte şöyle bir Yunan dostum var hiç de yazıdaki gibi düşünmüyor vs gibi düşüncelere kapılabilir.

İkinci düşünceden bahsetmek gerekirse bizim ülkelerin bireyleri hakkında hiçbir zaman ayrımcı bir tutumumuz olmaz elbette her ülkenin iyi niyetli veya kötü niyetli vatandaşları vardır.Elbette her ülkeden çok samimi dostları olabilir insanın,sadece doğduğu yerden ötürü düşmanlık taşımayan bir insanı tanımamak,onunla bir paylaşım halinde olmamak bir Türk Milliyetçisinin tavrı olamaz.

Burada yazının başından itibaren anlatmaya çalıştığım mesele ülkelerin temel devlet politikaları veya ideal ve hedefleridir.

İlk düşünceden yani bu bir milliyetçi yazarın sürekli problemler yaşanılan ülkelere standart bir isyanı mı diye düşünecek olursanız cümle içindeki tek gerçeklik milliyetçi bir yazar olduğum kısmıdır.

Çünkü anlatmak istediğim ideolojik yaklaşımlarımızdan çok daha farklı bir husus.

Konu Kıbrıs'ken neden Ermenistan'dan bahsettiğime ve anlattığım olayın özüne inmek gerekirse;Yunanistan(ek olarak küçük kardeşleri Rum kesimi) ve Ermenistan aidiyet sorunu yaşayan travmatik çocukluk yılları geçirmiş tedavi olmak istemeyen ve tedaviyi reddeden iki hastalıklı birey zihniyetiyle yönetilmektedir.Bunun sadece mevcut siyasetçileriyle değil genel devlet politikaları ile doğrudan alakası vardır.

Yunanistan kendini büyük ve saygın bir geçmişin mirasçısı olarak görürken bir yandan uzun süre Osmanlı hakimiyeti altında yaşamış olduğu gerçeğinin üstünü kapatmak istemekte,kendini İngiltere başta olmak üzere Avrupa toplumlarına kanıtlamanın yollarını aramaktadır.

Bu yolları ararken de devamlı sorun çıkartan marazlı bir ruh hali takınmaktadır.İngiltere ve Avrupa'nın tutumu ise gerektiğinde pis işleri üstlenecek uzaktan bir akrabanın varlığı her ne kadar iyi olsa da astarı yüzünden pahalıya gelen kimi olaylar nedeniyle mesafeli bir tavır takınmaktan da çekinmemektedirler.

Yunanistan ise o akrabalığın uzaktan olmadığını göstermek için ve kendini kanıtlamadan tam manasıyla milli bir devlet olamayacakları gibi bir kompleksten dolayı sürekli en uç tavırlarla hareket etmektedir.

Ermenistan meselesinde ise benzer olmakla beraber çeşitli nüans farklılıkları var o meseleye de konuyu dağıtmamak adına başka bir yazıda değinmek isterim.

Aslında iki ülkenin öfke ve saldırganlıklarındaki yönetim yaklaşımlarındaki marazlar bunlarla sınırlı değil ancak yazımızın temel konusundan sapmaması için daha fazla ayrıntıya girmiyorum.

Velhasılı,tüm toplantılarda ve görüşmelerde sert ve düşmanca tutumunu asla saklamayan Yunanistan ve Rum tarafının bu işi öyle kardeşçe kapatmayacağının görülmesi gerekmektedir.

''BU ÇAĞDA ARTIK ÖYLE ŞEYLER OLMAZ'' cümlesi nerede kullanılsa ardından bir kıyım,bir yıkım dönemi gelmiştir.

Tam da 22 yıl önce bu ay Srebrenitsa'da yaşanacak olan olaylara da birçok kişinin artık 1995 yılındayız neredeyse Milenyum geldi öyle şeyler olmaz gözüyle baktığından eminim.

Hatta bu konudan şüphelenenlere koskoca Hollanda BM askerinin önünde böyle bir çılgınlığın yaşanamayacağından da dem vurulmuştur...

***

Bu yazı vesilesiyle Kıbrıs şehitlerimizi ve Srebrenitsa zulmünde hayatını yitiren tüm canları büyük bir saygı ve sevgiyle anıyorum.

Bizim gibi düşünen bizimle bir olma tutkusunu kaybetmemiş Ada Türkleri'ni gönülden selamlıyorum.

Dünyanın neresinde olursa olsun barıştan söz etmek istiyorsak önce herkesin şarjörünün boş olduğundan emin olmamız gerekir.

Ve adadaki barışın tek açılımı vardır o da aynı adada yaşayan iki devletin varlığını devam ettirmesiyle mümkündür.

Bir birleşmeden söz etmek geçmişe ve geleceğe ihanet etmektir.

Saygılarımla

Emrah Birgül

*Yazımda bahsi geçen Emine Teyze (Emine Sömek) ile yapılmış bir ropörtaj

http://www.radikal.com.tr/hayat/bir-mukavemet-hatirati-1097623