Öyle olaylar var ki - sinir ucu testi olsun diye mi yapıldı acaba?- diye düşündürtür, sanki yeterince çürüttük mü? Bu toplum dağılacak eprime noktasına ulaştı mı deneyleri gibidir. Tepkisizlik ve iç hesabın yapılmayışı, iyileşmeye yönelik düzenleme ve uygulamanın olmayışı, tekrar ve tekrar eskisinden daha kötüsünü yaşıyor olmak beni ürkütür. Son günlerin birkaç olayına baksak örneğin;

Ağrıda dört yaşında Leyla bebek kayboluyor, uzun günler ve geceler boyu geniş bir çevre aranıyor, aramada önemli kaynaklar ve ek imkânlar seferber ediliyor. Her şey başarısız! Çocuktan haber yok. Günlerden bir gün evine 2-3 km mesafede çıplak bedeni bulunuyor, birkaç gün sonra bulunduğu alana 200 metre mesafede elbiseleri bulunuyor. Resmi açıklamada minik bir yaradan ve açlıktan öldüğü açıklaması yapılıyor. Günlerce aramalara katılan babanın amcaoğlu zanlı olarak gözaltına alınıyor. Leyla bir şekilde öne çıkabiliyor sanki boğazına takılı mavi boncuk öyküsünün unutulmasına izin vermiyor.

Öyle çok çocuk bedeni var ki hırpalanan, muhafazakar tabandan aklı evvel bir politika ehli bir merkezden düğmeye bastılar ve çok fazla çocuk istismarı olayları birden bire arttı anlamında akıl almaz değerlendirmeler yapabiliyor.

Fiziki yaşı 22 zihin yaşı 10 yıl seviyelerinde, zaman kavramını bile tam yerine oturtamayan Sinem, aynı çevrede zayıflığının farkında olan bir değil tam beş kişi tarafından, pek çok kez istismara tecavüze uğruyor, bu olayların seyrinde hamile kalıyor. Mahkemede olay anında bağırmadığı için gönüllü ilişkiye girdiği varsayımı ile sanıklar ceza almadan sorumluluğu üstlenmeden salıveriliyor.

20. kattan bir Şule öldürülerek fırlatılıp atılıyor, ilk muayene de bile tecavüz, darp, zorlama uyuşturulma ve cinayet işlenmişliği bariz iken gözaltına iki kez alınan zanlılar serbest bırakılıyor. serbest bırakılmalarında politik güçleri zirvede bulunan kişilerin etki etmesinin önemli katkısı olduğu söyleniyor. Zanlıların çektiği ve kendi sosyal medya hesaplarında paylaştığı son videoda, avaz avaz bir müzik, bağrışa çığrışa şaka şamata arasında biraz sonra başına geleceklerden habersiz bir genç kız ayakta yiyecek içecek servis ediyor, birlikte eğlenen birinden ziyade servis elemanı, hizmet etmesi istenen üzerinde hükümranlık kurulmuş biri gibi.

Kendisi bir polis olan baba yıllar ve yıllar boyu öz kızına tecavüz ettiği kızı tarafından savcıya yapılan şikâyet ile ortaya çıkıyor ve nihayet baba gözaltına alınıyor.

Başka bir güncel öyküde, sosyo-ekonomik durumu toplum ortalamasından çok yukarda olan başka bir ailede benzer bir olayda baba aldığı cezanın uygulamaya başlayacağı korkusuyla ülkeden kaçıyor, oğul babadan dolayı hissettiği utanç sebebiyle kaçma eylemini tekrarlıyor. Geride parçalanmış ruhlu bir çocuk ve para ile cürüm fiyatlamaları yapan aile üyeleri kalıyor.

1980'li yılların başında paranoid şizofren teşhisi konulmuş, birkaç kez hakkında soruşturmalar açılmış bir adam yıllar ve yıllar boyu herkesin gözü önünde bir örgüt oluşturuyor, kendisini İslami olarak tanımlıyor, pek çok maddi varlığı yüksek ailenin çocuklarını etki alanına alıyor, bu insanları maddi manevi sömürüye konu ediyor. Sonsuz yeme içme, emsalsiz giyinme, ahu gözlü hurilerle dolu billurumsu köşklerde yaşamı, bir çakma cenneti halkın izlemesine sunuyor. Tüm bunlar olurken kendisi ve çevresi siyaset, ekonomi, sosyal çevrelerinde ve hatta geçmiş olaylarda izlendiği gibi İslami çevrelerde kendilerine yer buluyorlar, kabul görüyorlar.

Daha altı ay evvel yüklenici (milletin a… koyan Cengiz) tarafından inşaatı tamamlanan demir yolunda raylar altındaki zeminin çökmesi nedeniyle, devrilen tren vagonlarında yüzlerce yaralanmaya resmi rakamlara göre 24 cana, söylentilere göre 90'ın üzerinde hayata mal olan yüzlerce yaralısı olan kazanın tek sorumlusu yağan yağmur-yağdıran atmosfer sistemi oluyor. Gerçeği bilemiyoruz, olay incelemeye haberleştirmeye kapalı, devlet yetkililerinin beyanı ile yetinmek zorundayız.

Gazetelerin kâğıt sayfalarında dijital gazetelerin internet sayfalarında yüzeysel bir şekilde yer buluyorlar. Tüm bu ilkelliğin cinsellikle ilgili kısmı köpürtüle köpürtüle anlatılıyor, haberler foto roman kıvamında. Neredeyse metinleri okuyunca "hak etmişler canım" düşüncesi dilinizden dökülmese dahi aklınızdan geçirtiliyor. Haricen genel görüntüde sıradan bir ülkede sıradan olaylar yaşanır gibi havadan sudan dedikodulardan ibaret bir habersi dizilerden başka bir şey yok.

Türkiye ağır bir ekonomik krizin içinde eriyor, bitmeyen bir siyasal krizi var.Eğitim sistemi tepe sersemi bir hal içinde, hangi yıl kaç politika değişikliği yaşanacak bilinmiyor. Türkiye savaşıyor, sınır ötesinde askeri var. Son günlerde haberler arasında kendine yer bulamıyor. Her gün şehit var adı sayısı hakkında özellikle takip edenler dışında bilgisi olan yok.

Terör içeride ne konumda, alınan tedbirleri bilmiyoruz. Olguların arka planı ile ilgili toplumsal işleyişi sağlayacak kurumlar, düşünce akımları, siyaset çevresi, sosyal yapıyı oluşturan aktörlerin görev alanı ve bunların işlemeyişi tartışılmıyor. Neredeyse ortada hiç sorumlu yok. Tanımlanamayan ve çok şey ifade eden "dış güçler" ve dünkü cici çocuklar, ortam değiştiğinde bulunu veren "iç hainler-kaka çocuklar" adresi ile oyalanıyoruz.

İnsanlarımız örnek olaylar için;

Sayın yetkili sen mi yalan söylüyorsun, aklımla mı alay ediyorsun? Senin köylün, askerin, polisin nasıl soruşturma yaptı,hangi sahayı aradı, köpeklerin neyi kokladı? Çocuk gerçekten aç çıplak bırakılarak o kadar yakın mesafede nasıl tutulabildi, ya da sonradan nasıl getirildi? Gözünden nasıl kaçırdın? Nasıl oldu da çocuk dediğimiz kitle cinsel, duygusal, ekonomik istismarın, sömürünün güvensizliğin ortasında kala kaldı?

Zihinsel yetersizliğin başlı başına bir koruma gerektirdiğini, yasal, insani cepheleri ile yüksek bir duyarlılık seviyesinde değerlendirilmesi gerektiğini sistemin-hakimlerin biliyor olması gerekmez mi? Böyle bir olayda toplumun yekvücut hayır, yanlışa yanlış denmesi gerekir diye ayaklanması beklenmez mi?

Deliller açıkça ortadayken, ayan beyan cinayet işleyenler nasıl göstermelik olarak tutuklanıp ön kapıdan içeri arka kapıdan dışarı salınıyor? Hukukun çöküşü, kayırma adamına göre adalet işletilmez mi? Kayırma hali sorgulanmaz mı?

Nasıl, devletten aldığı işi en yüksek dikkat ve özenle yapıp teslim etmesi gerekenler suçu yağmura, göklere atmosfere yükleyip yüzsüzce ortalıkta dolanabiliyorlar?Ölmüş, yaralanmış insanların yaşam hakları, var olma sorunları nasıl bu denli ucuz karşılanır, konuşulması haberleşmesi bile engellenir?

Nasıl oluyor da, körlemesine bir tarafgirlikle dinin diyanetin, milli duyguların, sosyal dokun parçalanırken uzun uzun seyredip, ne zaman ki daha yüksek dozlu bir perdeleme ihtiyacı olduğunda operasyonel amaçlı, magazin yüklü müdahale ile oyalıyorsun?

Soranların güçlü değil. soranların sesi kısıldıkça kısılıyor. Aman ha göze batarım, düzenim bozulur, bedel öderim korkusundasın. En ağır bedeli ödüyorsun, oysa!

Ara sıra kendi göbeğini kendi kesmeye çalışanlar göze çarpıyor. Bıçağı çekip küçük yaşta kızını taciz edeni yol ortasında hadım eden, kendisinden çaldığını düşündüğü karısını sofra başında katleden, kanun kuralı ben uygularım diye düşünen çarpılan zihinler artıyor. Şimdilik bunların bir kısmı ben şunu yaptım diye karakol merdivenlerinden tırmanıyor. Bunun yanında sabah çıktığı evine akşama sağ salim dönenler "başlarına saksı düşmediği, niye bu kadar şanslı oldukları" hakkında şaşmıyor da değiller.

Ne çok değerden vazgeçmişsin Türkiye? Üzüntü içinde kalmamak mümkün değil. Zarafetin, nezaketin, saflığın, doğruluğun, saygın, sevgin, azmin, öğrenmen, ufkun, yasan, adalet duygun ne çok hırpalanmış. Sana bunlar olurken farkında değilsin,başkasının felaketini seyrediyor gibisin, bunlar sana oluyor. Şöyle bir irkilip uyansan umudum tazelenecek. Ağır bir görevin var uyanarak hayatın hakkında düşünmek değerlendirme yapmak zorundasın.

Yaşam çevrendeki her şey hakkında, eğitim, güvenlik, çalışma hayatın, ekonomi, iç güvenliğim, dış güvenliğin, gelecek öngörülerin, inanç dünyan, kültür ortamın, sağlık şartların, siyasetin, yönetimin, insani değerlerin… Her şey hakkında öğrenmek, düşünmek, konuşmak, doğruyu bulmak, düzeltmek, düzelmekten başka şansın yok.

21.07.2018, İstanbul

Nurşen Karakaş