​Sonda söyleyeceğimi başta söyleyeyim, sosyolog, psikolog, teolog,  terör uzmanı, siyaset bilimci falan değilim. Sadece sabah gördüğüm bir fotoğrafın bana düşündürdüklerini anlatmak istiyorum size...

        Fotoğraf Suriye'nin ya da Irak'ın herhangi bir yerinde olabilir, daha da önemlisi, Türkiye'nin herhangi bir yerinden olmayacağının coğrafyamız içinde garantisi yoktur. Zaten gidişatta hayır da yoktur. Philip Mansel'in Halep kitabında "16. ve  17.yy.da Halep'te 53 han ve 56 çarşı olduğu, ve bunların ORtadoğu'nun en büyükleri olduğu, Arap çöllerinin en iyi atlarının burada satıldığı, Yahudiler, Tatarlar, İranlılar, Ermeniler, Hintliler ve çok çeşitli Hristiyan inançlarına rağmen Avrupa'da görülmeyen inanç özgürlüğünün Halepte yaşandığı, ipek, sabun, baharat ve keçi kılının yine buradan ihraç edildiği" anlatılmaktadır.  2018 yılı itibariyle özelde Halep'in, genelde bölgenin durumuna baktığımızda, insanın içinin ve umutlarının kararmamasının imkanı yok gibi bir şey sanırım. 

       Bölgeden düşen hemen her fotoğrafa baktığımda aklıma ilk gelen, bölgede cirit atan istihbarat örgütlerinin ülkelerinde her şeyin günlük güneşlik olduğu, insanların medeniyet ve rahatlık içinde mutlu mesut yaşadıkları oluyor. Halbuki her millet, seçtiği hükümetlerin icraatlerine ortak değil midir? Hiç mi rahatsızlık duymuyor bu insanlar Ortadoğuda yaşattıkları dramdan? Duymuyorlar belli ki, hatta böyle bir yer olduğunu bile bilmiyorlar muhtemelen. Oysa ne kadar güzel değil mi? Binlerce km öteden gel, insanların yerini yurdunu perişan et, insanları yerinden yurdundan et, sonra bu insanlar mülteci duruma geldiğinde sınırlarından içeri alma, açık denizlerde botlarını batır. Üstüne BM de "hümanizmcilik" oyna. Dostlar alışverişte görsün. 

      Sizlere fazla şehir efsanesi gelebilir, belki gerçekten öyledir fakat paylaşmadan edemeyeceğim. Bölgede kafa kol çıkaran ve yangın yerine çeviren hiçbir terör örgütünün "el kaidesi, Işıdı, pkksı, talibanı, hizbullahı, abdullahı, fetullahı dahil" Amerika ve İngiltereden hatta Rusyadan bağımsız ve onlardan habersiz teşekkül edemeyeceği, etmediği konusunda hiç kafa karışıklığı yaşamıyorum.  Beni daha çok üzen ise, tüm bu bölgenin "oku" diye başlayan bir dine mensup olması ve ısrarla okumaması, cehaletin yükselen kültür olarak empoze edilmesi, sanayisizliğin, teknolojisizliğin yarattığı yıkıma hep bu körü körüne inançların sebep olmasıdır. Tevekkül kültüründen nasiplenmemiş, ne dinini, ne medeniyetini öğrenememiş halk yığınlarının, ve bunlara çobanlık yapması için özel olarak servis edilen hükümetlerin nelere yol açabileceğini İran Devrimi ve hemen ardından İran- Irak savaşı ile başlayan, Irak'ın Kuveyt'i, Amerika'nın Irak'ı işgali ile devam eden, Turgut Özal döneminin kontrolsüz göçleri ile ilk kaotik durumu aralayan, ikinci Irak işgali ve Bağdat'ın düşmesi ile süren ikinci işgal dönemi, Arap baharı, Suriye'nin karıştırılması ve ikinci kontrolsüz göç dalgası ile test ettik, onayladık ve ağzımızın payını yeterince aldık. Alacaklar için ibret vardı, lakin bir onu alamadık... 

      İşte tüm bu göçen ve sınırımıza dayanan insanların ortak özelliği, kaderlerine kayıtsız şartsız biat etmiş insanların, adına din dedikleri o tuhaf şeyi ve şeyhleri sorgulamadan, sorgulatmadan, ayıplar ve günahlar silsilesiyle yaşar gibi yapmaları idi. Oysa ki, din bu değildi. Din, kimseyi cahil bırakmaz, teknolojiye ve araştırmaya, bilime, fene karşı çıkmaz, bilakis onu arayıp bulmanızı emrederdi. İyi de bu insanları bu hale getiren kimdi, neydi? Bu insanları terör örgütleri arasında ping pong topu haline getiren inançlar sisteminin kendi içinde bir mantığı olabilir miydi? Kafamda cevabını arayan yüzlerce soru var belki. Fakat netleştirdiğim tek bir düşüncem var, bu coğrafyada din, yüzyıllardır batılı devletlerin istedikleri gibi at oynatabilmelerini teminen, oyuncak gibi evrilip, çevrilmiş, kullanılmış ve insanları dinle afyonlayabilmenin tek yolu olarak da cehalet hızla yükselen değer haline getirilmiştir. Hiç kafa karışıklığım yok bu noktada, ama acıyla gördüğüm şey, kendi ülkemde ışık hızında aynı durumun gelişmekte olduğu gerçeği. Üzülüyorum, elimden hiçbir şey gelmiyor. Konuştukça ya dinsiz, ya vatan haini oluyorum. Çünkü karşımızdaki kitle, inandığı kitabı bir kez olsun açıp okumamış, bu kitap ne anlatıyor diye bakmamış, sadece kendine anlatılanlara inanmış metruki zavallı ama çoğunluk bir kitle. Ne düzeltecek, ne kaçacak, ne kalacak, ne de dayanacak gücümüz kalmadı belki, ama direniyoruz inatla.  Oysa anlatabilseydik şu fotoğrafın özetini, çok şeyi çözecektik: Neden kardeşim, neden, bu bölgede, neden Musulda Kerkükte, Erbilde, Telaferda, Halepte, İdlipte, Afrinde, Şamda, Bağdatta kullanılan silahları üreten ülkelerde, buralara rambolarını çıkaran ülkelerde, bu toprakları hallaç pamuğu gibi atan ülkelerde, tek bir noktada dahi bir karışıklık yok, neden onların evleri, kentleri hayalet gibi değil de neden burnumuzun dibinde istemediğimiz otlar eksik olmuyor sürekli? Basra harap olduktan sonra tedbir almanın faydası olacak mı bize? Tüm bu nedenleri çözersek, ülkeyi de kurtarırız belki.

Kalınız selametle...