Bakmadan, görmek; duymadan, işitmek ve dokunmadan, hissetmek. Hepsine sahip olduğunuzu düşünüyorsunuz halbuki bakmakla, görmek çok farklı şeyler ve duymak ile işitmek. Biri usul, biri esasa tabi bunların. O yüzden görmek için göze, duymak için kulağa ihtiyacınız yok. 

Düşünün bakalım, kaç kere birini görmüşsünüzdür. Belki yüz binlercesine bakıyorsunuz, ama kaçını görebiliyorsunuz? Onlara bakıyorsunuz; yüzlerini, dudaklarını, gözlerini belki de endamlarını fark ediyorsunuz. Peki, onların hezeyanlarını, duygularını, içten içe büyüyen serzenişlerini, dalgaların köpüklerine gömülmüş sevinçlerini, cehennem ateşinden daha yakıcı olabilecek arzularını görebiliyor musunuz? Uzaktaki dağlara bakarken dalıp gidiyorsunuz ama kendi durgunluğunuzu, o dağı görmüyor, onun bir parçası olamıyorsunuz çoğu zaman. Bakmakla görmek farklı çünkü. Bugüne kadar dinlediğiniz, işitebildiğiniz insanlar oldu mu hiç? Sözlerinin altında yatan istekleri, vurgularının arkasına saklanan yalnızlıklarını, dile dökmedikleri mutsuzluklarını seslerinin en ince tonlamasından işitebildiniz mi? Sadece isterik kahkahalar, dem vurulmaz hıçkırıklar mıydı duyduklarınız? Belki de hırs yüklü sandığınız ama dikkat çekmekten başka işe yaramayan karmaşık harflerin bir araya getirdiği karmaşayı duydunuz. Oysa ağaçları anlamak için dallarına oturup, gövdesinde elinizi gezdirerek onu hissetmeniz, insanları anlamak için ise gözlerinin içine baka baka dinlemeniz gerekirdi. O yüzden bir melodiyi işittiğinizde kalbiniz ters dönmüyor; ama öyleymiş gibi yapıyorsunuz. 

Hep bakıyorsunuz, duyuyorsunuz, dokunuyorsunuz, hatta hoşlanıyorsunuz; ama hiç görmüyor, işitmiyor, dinlemiyor, hissetmiyor, en kötüsü sevemiyorsunuz.

Oysa sevmek değil mi tüm eylemlerimizin temeli? Uzun bir yolu sağanak yağmur altında yürüyüp de açan güneşin ışıltıları gözünüze düştüğünde, biraz önceki ıslanmanın, yerini kurumaya bıraktığı hazzı tatmak gibi bu duygu. Ağır da bazı zamanlar, çoğu insan naif kalıyor bu yükün altında. 

Tuhafız pek çoğumuz; zaman zaman kendimizi acıtan şeyleri çok benimsiyor, adını aşk, sevgi koyuyoruz. Onlara derin manalar yükleyip, o acıları bekliyoruz. Tıpkı okul tuvaletinde sigara içen arkadaşlarını öğretmeninin azarından kurtarmak için kapı önünde erketeye yatan çocuklar gibiyiz. Ve aynı onun gibi kaypağız da. O beklediğimiz acı geldiğinde kaçmaya çalışıyor veya ne kadar canımızın yandığından şikâyet ediyoruz. Mutluyuz diğer bir yönüyle de, ama tıpkı görmek yerine baktığımız gibi, bilmek yerine bekliyoruz. 

Bilmek! Acıyı bilmiyor, gelir gelmez onu kucaklayıp, bu cesaretimize yakışır dinginlikte onu göğüsleyemiyoruz. Acıyı bekliyor olmak ise geleceğinden şüphe eden dindarın ne istediğini bilmeden dua etmesi gibi. Bilmek çok zahmetliyken, beklemek çok hazırcı. Bekleyenler memnun halinden; çünkü hayatlarında ki tek gerçek şey, ellerinde kalan acılar. Nerede ne zaman geldiğini anlayamadığımız o rahatlık bilmekten işte. Ve diğerlerinin anahtarı; görebilmenin, dinleyebilmenin, hissedebilmenin ve sevebilmenin gerçek anahtarı. Köhne bir köşeye terkedilmiş, tozla yüklenmiş ve ağır gıcırtılarla konuşan o sandığın gerçek ve tek anahtarı bilmektir. Her eskimiş sandığın mükâfatı gibi; bu sandığın mükâfatı da, bilinmeyen hazineler.

Hazinelerini arayan insanı monotonluğa sürükler, beklemek ve bakmak, duymak, dokunmak. Bilgi ise monotonluğun tablosuna aşkın tüm renklerini döker. Gerçeğe bir yarış atı gibi koşturur insanın ruhunu ve gerçekler acı olanlardır. Bildikleriniz, gördükleriniz, dinledikleriniz, hissettikleriniz. Anlayın ki gerçek aşk, sizin karşı cinsinize duyduğunuz kimyasal reaksiyonların çok ötesinde. Gerçek aşk, hakikatin bilgisi denilen o acılı şerbetin ta kendisi. Onu içmek yetmiyor. Renginin yakıcılığını görebilmek, her yudumunda fısıldadığı acıyı dinleyebilmek, aşkı boşluğa düşmekten kurtaran o hafif meşrepliği hissedebilmek, acıyı göğüsleyebilmek ve ardından geleni bilmek lazım. Bütün bunlar ruhunuzun derinine nüfuz etmediği zaman, ancak bir insanla paylaşarak bir replikasını yaşarsınız bu hakikatin bilgisinin. 

Çünkü hâlâ aşkı midenizde uçuşan kelebeklerle, terleyen ellerle ve ıslak dudaklarla tarif ediyorsunuz. 

Çünkü bilmiyorsunuz gerçek aşk; görmek, işitmek, dinlemek, hissetmek, sevmek ve BİLMEKTİR.