Cehennemin kapısı. Hengame. Telaş, çığlık, çılgınlık. Olabilecek en itidalsizlik hali. Olabilecek en hareketli hal. Olabilecek en akılsız, en düşüncesiz, en anlama yoksunu hal. Ve o hengamenin önünde bir adam. Onca vaveylaya sadece tanık. Onca aksiyona sadece maruz. Olabileceği en durağan halde. Bir kaya parçasının üstünde oturan, duran bir kütle. Durdukça iki büklüm olan bedeni küçülürken anlayan ruhu devleşen bir arif. Mutlak durmanın, mutlak düşünmenin, mutlak anlamanın dervişi. Hareketin ve durmanın; anlamanın ve anlama bigane olmanın aşırı uçlarını sembolize eden bir şaheser: Le Penseur, yani Düşünen Adam. Rodin'in efsanevi heykeli. Batı'da Rodin Müzesi'nin en güzide köşesinde arz-ı endam eden felsefenin, düşünmenin ve anlamanın sembolü; bizde ise Bakırköy Ruh ve Sinir Hastalıkları Hastanesi'nin buğulu bir köşesine sinmiş bir şekilde, deliliğin. Duranı sevmeyiz biz. Durup düşünmeyi delilik alameti sayarız. Biz akıllılar, yapacak çok mühim (!) işlerimiz olduğundan daima koştururuz. Durmaya, nefes almaya, derinleşmeye, düşünmeye ve anlamaya bizim pek büyük (!) meşgalelerle dolu ajandalarımızda yer yoktur. Yarım anlar, yarım çözüm sunar, ceffelkalem iş yapar, kör topal yürürüz; ama olsun, bizce böylesi makbul.

​​Dücane Cündioğlu, birkaç yıl önce bir tweet'inde son derece doğru bir söz söylemişti. Demişti ki "Anlamak için durmak zorundasın! Understanding (ing.) Verstehen (alm.) Episteme (yun.) Vakafe (ar.) gibi... anlama'nın kökü hep durmak'tır." Bu tweet'e gelen yorumlarda anlamak fiilinin Arapça an'dan (zaman manasında) geldiği zannı ağır basmaktaydı. An kelimesi kimilerine durağan, kimilerine akışkan bir manayı çağrıştırıyordu ve çok sayıda insan bu çağrışımdan yola çıkarak Cündioğlu'nun fikrine katılıyor veya karşı çıkıyordu.


Felsefi bir iddia hakkında linguistik ahkam keserken kelimenin etimolojisine başvurmamak, hemen her konudaki gelişigüzelliğimizin yansımasıydı şüphesiz. Bir dakika durup kelimenin etimolojisini araştırmayanlar, bu halleriyle, "Durmadıkça anlayamazsın" tezini fiilen ispatlıyorlardı! Bendeniz bu yazısında anlamak ve düşünmek kelimelerinin kökeninden bahsedip durmakla anlamak arasındaki ilişkiye dair Türkçe'mizin tezini değerlendireceğim.


Anlamak kelimesinin kökü olan "an", Öz Türkçe bir kelimedir. "Zamanın en küçük birimi" gibi bir manaya gelen "an" ise Arapça bir kelime olup anlamak fiiliyle yakından uzaktan alakadar değildir. O yüzden bu yanılgıya referansla yapılacak olan "Zaman ve an akar, anlamak akış halinde olmaktır" çıkarımı da "An durağan bir zaman kesitidir, anlamak durmaktır" çıkarımı da tamamen temelsiz ve mesnetsiz bir duruma düşmektedir, zira anlamaktaki an, Arapça zamanın hücresi demek olan an ile alakasızdır. Peki nedir anlamanın kökeni olan Türkçe an?


Bu "an", aslında geniz n'siyle söylenir ("anğ") ve Turan'ın kimi bucaklarında ağ olarak telaffuz edilir, mesela Kazan'da. An, yahut ağ; ayrım demektir. Kazan'da da Azerbaycan'da da pantolonun iki bacağının ayrım yerine ağ derler. Dolayısıyla an yahut ağ, köken itibariyle, ayrım yapmak, fark etmek anlamına gelir. Yani anlamak ayrım yapabilmek, ayırt edebilmek, nesnelerin ve kavramların farkını kavrayabilmek demektir.


Zamanla, akışkanlıkla veya durağanlıkla bir alakası olmayıp öz Türkçe'de ayırt etmek anlamına gelen anlamak kelimesinin, Cündioğlu'nun iddiasını ispat veya nakz etmediğini göstermiş olduk. Peki durmakla anlamak ilişkisini destekleyen veya reddeden Türkçe bir kelime mevcut mudur? Evet, mevcuttur ve
Cündioğlu'nun fikrini desteklemektedir! Bu, bizim de kullandığımız ama hikmetini kavramak için Turan'ın bir başka bucağına, Azerbaycan'a gitmemizi gerektiren bir kelimedir: Düşünmek. Hem durmaya hem de anlamaya atıfta bulunan bu kelime, durmakla anlamak arasındaki ilişkiyi Türkçe özelinde doğrulamaktadır.

Kelimenin durmaya bakan vechesi, onun kökü olan düşmek fiilinin durmak, duraklamak demek olmasıdır. Azerbaycan'da otobüsten inecek olan bir yolcu "Ben şurada düşeyim" der, yani "Durayım, kalayım". Öte yandan kelimenin anlamaya bakan vechesi ise yine Azerbaycan'da kullanılan "başa düşmek" fiilidir ki bu anlamak manasına gelir. "Anladım" manasında "Başa düştüm" derler Azerbaycan'da. Dolayısıyla düşünmek, Cündioğlu'nun bahsettiği durmak ve anlamak fiillerinin ikisini birden içeren, onun serdettiği fikri Türkçe özelinde de destekleyen bir kelimedir.


Düş görmek, düşlemek, düşünmek, başa düşmek; hep durma haline dair olup, anlamanın farklı boyutlarının fiilleridir. Düşünerek anlamak ile düş ile anlamak arasındaki boyutlar bahsinde Filibeli Ahmed Hilmi'nin hayalin derinliklerinde ne anlamlar bulup çıkardığını zikretmek kafi gelecektir. Düş kökünden türeyen bu kelimelerimizin ortak imâları anlamanın ancak durmakla mümkün olacağıdır: Düşünerek anlamak, düş ile anlamak; ama hep durarak anlamak!


Cündioğlu'nun örnek için başvurduğu İngilizce, Almanya, Yunanca, Arapça ve saireyi bilmem ama bizim dilimizin anlamaya dair bir başka inceliği daha vardır. O incelik, düşünmek için durmanın şart olduğuyla birlikte, çok fazla durmanın, yani ataletin, düşünmeye değil tembelliğe, miskinliğe, işe yaramazlığa yol açtığıdır. Aynı kökten türeyip bu inceliğe işaret eden kelimemiz, düşük kelimesidir. Kişi düşebilir ancak o halde fazla kalırsa ona düşük derler ki bu kelime durgundan miskine, serseriden ahlaksıza çeşitli kötü halleri isimlendirir.

Sözün özü: Durup düşüneceğiz, düşünüp anlayacağız ve asla düşük kalmayacağız, yükselip ilerleyeceğiz! İşte her kelimesinde bir dünya gizli olan güzel dilimizin bize verdiği felsefî ders budur.


1. https://twitter.com/ducane/status/350522582430257153

2. http://www.nisanyansozluk.com/?k=düşünmek (ve alakalı maddeler)

3. http://www.lugatim.com/s/anlamak (ve alakalı maddeler)