Destan yazan bir hareketin zibilliğe dönmesinin sonucu unutulan değer: Ahde vefa.

“Eski bir Taş Medreseli ülkücü evinde ölü bulundu, cesedi kokunca komşuları tarafından fark edildi. Eski ülkücü çöpte çöp toplarken bulundu.” gün geçmiyor ki bu veya buna benzer cümlelerle başlayan haber düşmesin sosyal medyaya. 

Peki bu ülkücüler nerede? Peki bu durumda olan ülkücüler kimler? Bizden ne istediler?
Hiç biri  bir yerlerden makam mevki beklemedi, hak bildiği davayı savundu, uğruna yağlı urganlara giden canlar oldu ve kiminin kısmetine zindan... 

Ahde vefa  denilen şey sadece  dillerde. Lafa gelince bol keseden atıp tutmaya bayılıyoruz. 

Peki nerede bu ahde vefa? Belki her yerde belki hiçbir yerde. Bilinen bir şey var:

Bizim mahalleye asla uğramadı bu vefa. Bu gidişle de bizim mahalleye hiç uğramayacak. Ne söylesem tesiri yok. Ne yapsak neylesek de vefayı bizim mahalleye taşısak? 

Daha fazla bireyselleşip, daha fazla modernleşip, daha fazla tüketip, daha fazla bencilleşip,  daha az insan olduğumuz şu günlerde , merhameti, ahde vefâyı, kime nasıl anlatalım? Işi gücü bırakıp siyasallaşan beyinlere nasıl anlatmalı ahde vefayı? 

Unutulan değer içi boşaltılan kavram ve yok edilen ahde vefa..

Herkes ellerini başının arasına alıp düşünmeli: 

Biz bu günlere nasıl geldik?

Bugün oturduğumuz makamlar bize nereden geldi?

Oturduğumuz yerden kara kaşımıza kara gözümüze mi değer veriliyor sanıyorsunuz. Öyle ise yanıldınız. Sizin sıfat olarak kullandığı Ülkücülük olmasa kim döner size bakar bir düşünün. Geldiğiniz yeri unutmayın. Unutmayın ki ahde vefa YAŞASIN…

Bu gün bir haykırış ile noktalıyorum:

Aşağıdaki cümleler Ahmet Aytaç üstat tarafından yazılmış.
“Bir hatır sormak çok mu ağırınıza gidiyor, bir selam vermek çok mu arınıza gidiyor.
Boş verin biz hiç birisini istemiyoruz. Zaten boş vermişsiniz. Bari mazimizi kullanıp yüzümüze gülüp ardımızdan salyalarınızı akıtmayın.”

Doğan Ay