Hani olur da bir yerde görürseniz adaleti, onu beklediğimi ve çok özlediğimi söyleyin olur mu?


Öğlen vakti oturduğu koltukta uykuya dalmıştı. Kapının zili çaldı, titredi, uyandı. Yorgun adımlarla vardı kapıya. Kapının deliğinden dışarıyı gözetledi. Bir polis memuru ve birkaç takım elbiseli adam vardı kapının önünde. Merak ve biraz da tedirginlikle açtı kapıyı.

- Adalet hanımın evi mi?

- Buyur evlâdım Öğretmen Adalet Hanım benim.

Alışkanlık edinmişti isminin önüne "öğretmen" sıfatını eklemeyi. Emekliliğe alışamamıştı bir türlü...

- Adalet Hanım, beyaz eşya borcunuz varmış ödenmemiş. İcra için geldik.

- Nasıl Yani? Evlâdım, oğlan düğün yaptığı vakit, bir şeyler almıştı. Ben, taksitlerini yatırdığını sanıyordum. Hem bu nasıl icra; tebliğ falan gelmedi bana.

- İhtiyati tedbir kararı çıkartılmış Adalet Hanım.

Adalet Hanım dondu kaldı olduğu yerde. Sonra biraz toparladı kendini, hemen oğlunu aradı

- Alo oğlum

Efendim anne

- İcra memurları geldi. Evlendiğinde aldığımız eşyaların parasını ödemedin mi oğlum?

Kısa bir sessizlik oldu telefonda.

- Anne bir yıldır hiç satış yapamıyorum. Çok garip oldu her şey. Batıyorum ben... Ama ben oraya telefon açmıştım, ödeyeceğimizi söyleyip biraz beklemelerini rica etmiştim.

- Bana neden söylemedin oğlum?

- Söyleyemedim anne, özür dilerim.

Adalet Hanım daha fazla sürdürmedi konuşmayı. Kapattı telefonu, oturdu yıkık bir vaziyette telefon avizesinin yanı başındaki sandalyeye. İcra memurunun sesiyle kendisine geldi:

- Adalet Hanım şu an eşyalarınızı sadece yazıyoruz. Bence alışveriş yaptığınız şahıs ile görüşün, tatlıya bağlayın bu işi. Bakın, komşularınız kapının önünde toplandı. Hoş bir şey değil, kimse zorda kalmasın.

Gözleri dolu doluydu Adalet Hanımın.

"Tamam evlâdım, oğlan bir hata yapmış söyleyememiş, ben hallederim"

deyip eğdi boynunu.

Gerçekten konu komşu hemen bitivermişti kapının önünde. Adalet Hanım, fısıltılaşmaları duyuyordu.

- Öğretmen buysa, öğrencisi nasıldır kim bilir?

- Elin adamı parasını sende bırakır mı? Kendini uyanık sanmanın sonu bu.

- Bunların yetiştirdiği çocuklar sokakta hükümete söver işte. Ne bekliyorduk ki?

Adalet Hanım, yüreğinin daraldığını hissetti. Evdeki eşyaların listesini yazan çizen haciz memurlarını ve avukatı gönderdiği gibi kapattı evinin kapısını. Odasına doğru yürürken duvarında asılı olan Atatürk resmine takıldı gözleri... Uzun uzun baktı Ata'sına. Sonra bir türkünün sözleri dolandı diline " Yiğit muhtaç olmuş kuru soğana, bilmem söylesem mi, söylemesem mi?" Sonra içlendi kendi kendine "Söylesem kızarlar değil mi Atam, çok kızarlar..."

Adalet Hanımın zor zamanlar için biriktirdiği biraz parası vardı . Hemen aynı gün, oğlunun tüm borcunu ödedi. Neylersiniz ki borç bitse de dedikodular bitmedi mahallede. Adalet Hanım, mahalle bakkalı Rasim Efendi'nin tavırlarından tahmin edebiliyordu konuşulanları. Rasim Efendi, artık Adalet Hanım'ın selamını yarım alıyordu. Adalet Hanım konuşmuyordu, susması gerektiği zamanda susmasını bilen, vakti geldiğinde konuşanlardandı.

İşte günün birinde Adalet Hanım'ın kapısını çaldı o vakit. Bakkaldan günlük erzakını alırken kulak kabarttı Rasim efendi ve yanındaki yaşlıca bir adamın konuşmasına:

- Ya arkadaş çalıyorsa benim malımı çalıyor, kime ne!

- O makama gelen elbet çoluğunu çocuğunu kollar.

- Hırsız var diye çığırıp duruyorlar orada burada. Senin yolun, bilmem neyin, yapılmış mı sen ona bak.

- Bal tutan parmağını yalar elbet arkadaş!.

- Heç yalar tabi.

Konuşulanları duyar duymaz şeker çuvalına yürüdü Adalet Hanım. Bir torba şeker doldurup, şeker yüklü poşeti koydu Rasim Efendi'nin önündeki teraziye. Rasim Efendi, bir kilogramlık ağırlığı koydu terazinin boş kefesine. Tam fiyatı söyleyecekti ki ağırlığın üzerine eliyle bastırdı Adalet Hanım. Gözlerini dikti, Rasim Efendi'ye konuştu:

- Bak Rasim Efendi, dengelenmedi biraz daha şeker koy.

Rasim Efendi şaşırdı:

- Ne yapıyorsun sen kadın?

- Sen dediğimi yap!

Rasim Efendi, biraz daha şeker doldurdu poşete. Adalet Hanım, daha güçlü bastırdı ağırlığın üzerine, ardından çıkıştı Rasim Efendi'ye.

- Koy Rasim Efendi, şeker koy. Bak, dengelenmedi terazi...

Rasim Efendi, bir poşet daha çıkarttı "çattık" diyerek söylene söylene bir torba daha şeker doldurup koydu teraziye. Rasim Efendi'nin torbayı teraziye koymasıyla beraber Adalet Hanım iki elini birden koyarak var gücüyle bastırdı ağırlığın üzerine.

- Aaaa Rasim Efendi, gördün mü? Gene dengelenmedi. Biraz daha şeker koysana.

Bu defa Rasim Efendi daha fazla dayanamayarak bağırarak konuştu:

- Deli misin be kadın, çuvalı bitirdin!Aklından zorun mu var?

Rasim Efendi'nin sesini yükseltmesine karşılık, kaşlarını çattı Adalet Hanım; fakat sesi sakindi.

- Yaa Rasim Efendi, çuvalın boşaldı değil mi? İşte benim hayata yeni atılan oğlumun, binlerce insanımın çuvalını da böyle boşalttılar. Bir gösterip beş aldılar. Rasim Efendi, burada dededen kalma dükkanında, bacak bacak üstüne atarak ahkâm kesme kimseye. Oğlumla, oğlum gibi nice vatan evladıyla uğraşacağına, onların rızkını çalanlarla uğraş! Uğraş ki "Rasim adamdı" diyelim arkandan.

Rasim Efendi sustu. Adalet Hanım, kapıya doğru yönelirken Rasim Efendi'ye tekrar yüzünü döndü. Bu defa sesi öfkeliydi:

- Bal tutan parmağını yalarmış, halt etmişsiniz hepiniz!!!

Adalet Hanım, evine döndüğünde kendisini yorgun hissediyordu. Bir fincan kahve hazırladı, balkonuna geçti, dışarıyı seyre daldı. Huzurunu bozan yine zil sesi oldu. Doğruldu oturduğu sandalyeden "Hayırdır inşallah" dedi yürüdü kapıya. Kapıyı açtığında yüzü ışıl ışıl parlayan gencecik bir kızı karşısında gördü. Genç kız, tebessümünü takınarak selamladı Adalet Hanım'ı.

- Merhaba, Adalet Hanım'ın evi mi? Ben, anket şirketinden geliyorum. Bana beş dakika vaktinizi ayırabilir misiniz?

Adalet Hanım, biraz düşündü, sonra cevapladı genç kızın sualini.

- Adalet buradan taşındı kızım (!)

Genç kız, Adalet Hanım'ın kendisine zaman ayırmamak için bahane ürettiğini düşünerek ısrar ederek:

- Hanımefendi, inanın beş dakika sürecek, çok vaktinizi almayacağım.

Adalet Hanım'ın çehresinde buruk bir gülümseme belirdi.

- Kızım, Adalet sadece bu evden değil; bu şehirden, bu ülkeden taşındı, keşke gitmeseydi.

Genç kız şaşırdı, sonra dilek dilercesine bir ifadeyle konuştu:

- Çağırsak gelmez mi?

- Sen, yürekten çağrılmadığın yere döner misin kızım ? Edirne'den Van'a yürekten çağırmamız gerek. O zaman belki gelir...

Genç kız sustu, yüzünü düşürdü. "Hoşça kalın" deyip ağır adımlarla kapıdan uzaklaşırken sanki bir şey unutmuş gibi tekrar yüzünü Adalet Hanım'a döndü. Gözleri ıslaktı.

- Hanımefendi

Adalet Hanım, genç kızın gözlerindeki ıslaklığa anlam veremedi. Merakla yanıtladı genç kızı:

- Buyur kızım.

- Şeeyy...

Ben aslında edebiyat öğretmeniyim. Altı yıldır atanmam yapılmadığı için bu işi yapıyorum.

Adalet Hanım'ın boğazı düğümlendi, gözleri buğulandı. Genç kıza güç bela "Anladım" diyebildi. Genç kız devam etti sözüne.

- Hani olur da bir yerde görürseniz adaleti, onu beklediğimi ve çok özlediğimi söyleyin olur mu? (...)

Sustu Adalet Hanım, cevap veremedi genç kıza. Sonra güç bela toparlayarak kendini genç kızın arkasından seslendi:

- Kızım nereye gidiyorsun?

Genç kız şaşırmıştı. Adalet Hanım, bu defa gülümsüyordu.

- Hadi gel yapalım şu anketi.

Genç kız koşar adım döndü Adalet Hanım'ın yanına. İlk sorusunu sordu.

- Soru bir :

Türkiye'de adalet mekanizmasının doğru işlediğine inanıyor musunuz ?