27 Nisan "Kontrollü e-muhtırası"

27 Nisan "Kontrollü e-muhturası" ve Dolmabahçe görüşmesini de yargılayacak mıyız?
...
E-muhturanın okuduğunun ertesi günü hükümet sözcüsü oldukça kendisinden emin, özgüven dolu bir şekilde, cumhurbaşkanı olmasını istedikleri Abdullah Gül'e yapılan e-muhturadaki negatif göndermelere verdi, veriştirdi. İnsanlar da "Helal olsun size, helal olsun" dediler.
...
Sayın Hükümet sözcüsü sonra ne yapmanız gerekirdi; o okumuş olduğunuz metnin ilişiğinde olması gereken e-muhturayı verenlere ilişkin dava dilekçesini de götürüp savcılığa vermeniz gerekirken, siz ne yaptınız; muhatabınızla Dolmabahçe'de karşılıklı olarak "Kısık ateşte kontrollü pişirilmiş kahve" içtiniz.
...
Türkiye'de darbeler bitmemiştir, sadece muktedirler değişmektedir ve her muktedir kendi kuralları çerçevesinde yarattığı devleti yönetmeye çalışmaktadır. Bir de; darbe denince aklımıza hemen tank, tüfek ve asker geliyor. Muktedir diyor ki; "Ben bunları öğrenci olarak görmüyorum, teröristtir bunlar. Artık bu okulda okuyamazlar" dediğinde, kastedilen o öğrencilerin hepsi apar topar içeri atılıyorsa; sürecin bir hukuk darbesi ile götürüldüğünü göstermez mi. Biz burada elbette öğrencilerin suçsuz olduklarını iddia etmiyoruz, tamamen darbeye maruz kalmış hukukun talimatlarla yönlendirildiğini ifade ediyoruz.
...
Veya e-muhtıranın kendilerine verildiğini düşünen ve bu tespite binaen de ertesi gün tavrını ortaya koyan hükumet; Genel Kurmay başkanının terörist başı görülüp, içeri atılması; Genel Kurmayın kozmik odasına girilmesi, zamanın hükumetini e-muhtıra kadar dahi niçin rahatsız etmemiştir.
...
Yoldan geçen deli kanlı balkondaki kıza baktı diye öfkelenen baba, her ne hikmetse aynı delikanlıyı evde görünce rahatsız olmuyor. Olmaz tabi ki; çünkü o delikanlı artık kızının nişanlısıdır. Bilmem anlatabildim mi.☺️

28 Şubat davası sonuçlandı
28 Şubat davası kararı verildi. Hükumet adına sonuca ilişkin görüşü de başörtülü milletvekili ve aynı zamanda Merve Kavakcı'nın ablası olan Ravza Kavakcı Kan açıkladı. Adeta alınmış bir intikamın keyfini yaşıyor gibiydi. Belli ki; elde edilen sonucun mana ve önemine binaen seçilmiş bir isim.
...
"Nasıl olsa cidden hapis yatacak kimse yok, verin müebbeti; evden dışarı çıkacak halleri de yoktur; biz de en azından oh be intikamımızı işte böyle alırız" şeklindeki ego tatmini dışında; darbe tanımlaması üzerinden, atıf yapılan gerekçeler ile vuku bulan eylemler örtüşmüyor gibime geliyor.
...
Rahmetli Erbakan istifa ediyor. Cumhurbaşkanı Demirel, daha önce Tansu Çiler ve Erbakan arasında mutabık kalınan ama anayasamızda tanımlanmamış dönüşümlü başbakanlık görevini Tansu Çiler'e değil, başkasına veriyor; işin garibi etik olarak yakışmasa da anayasamızın cevaz verdiği bir durum; yani başbakanın istifası halinde Cumhurbaşkanı birisine hükumeti kurma görevi veriyor.
...
Burada darbeden ziyade temayüllere uyulmaması durumu sözkonusudur. Dolayısıyla, temayüllere uyulmaması halini darbe olarak tanımlamak mümkün değil. Demek ki 28 "Şubat'ın yargılanmasından ziyade belki de temayüllerin hukuki hale getirilmesi gerekirdi.
...
Peki hırsızın hiç mi suçu yoktur, elbette var; ancak hepsi görevi kötüye kullanma suçuna giriyor. Okul birincisi seçilen türbanlı hemşirenin diploma töreninde ödülünü almaya giderken bir zorba hemcinsi tarafından başörtüsü zor kullanılarak, adeta saçlarını yolarcasına başından alınması darbe girişimi mi dir yoksa kişisel bir suç mudur. Yürüten tanklar meclisin hangi duvarını yıkarak, çalışamaz hale getirmiştir; zor kullanma, cebir ve şiddet nerede. Müslüm ile Fadime'nin basılmasını, darbenin neresine oturacağız; veya temayüllere göre başörtülü milletvekilinin mecliste yemin edemediği bilindiği halde o zamanlar aynı zamanda ABD vatandaşı olan Merve Kavakcı niçin bu temayülü delmek üzere ABD'den gelip, vekil seçilmiştir.
...
Nasıl bir şeyse; 28 Şubat sürecinin başlaması ile bitişi arasındaki zaman diliminde yaşanan olaylar, daha sonra kurulacak olan AKP için ısmarlama bir zemin yaratmıştır. Bu durum ile yıllar sonra bir AKP milletvekilinin "Ordu vesayetine karşı cemaat ve ABD ile işbirliği yaptık" itirafını üst üste koyduğumuzda; 28 Şubat sürecinin yargılanmasının hukukilikten ziyade siyasi olduğunu ve mümkün olduğunca içinden geçmekte olduğumuz konjonktürde alınan kararın sonuçlarından yararlanılmak istendiği anlaşılıyor.
...
27 Nisan e-muhtırasının müsebbibi olanlar hukuk karşısında yargılanmadıkları sürece, 28 Şubat'ın yargılanması ile elde edilen sonuçların bir anlamı olmayacaktır. 28 Şubatın yargı sonuçlarının meşruluğunu, 27 Nisan e-muhtıra sürecinin yargılanması sağlayacaktır.


Gördünüz mü; ABD'de Başkanlık Sistemi nasıl yürüyormuş; kuvvetler ayrılığı ile
Gördünüz mü, ABD'de de başkanlık sistemi nasıl işliyormuş. Öyle Trump kendi başına atıp, tutsa da; ABD'nin yetkili kurumları kendilerine tanımlanmış görevlerini harfiyen ifa ediyorlar. Trump "Bekle Rusya sana yeni füzeler göndereceğiz" diyor ama Pentagon, CIA ve diğer kurumlar başkanın dediğini kale almıyorlar, umurlarında bile değil.
...
Şimdi fiilen, 2019 yılından itibaren de resmen ülkemizde uygulanacak olan "Partili Cumhurbaşkanlığı" yani başkanlık sitemini Trump'ın ABD'si ile karşılaştıralım bakalım; mümkünmü dür cumhurbaşkanımızın sözünün üzerine söz söylemek, aldığı kararı yok saymak, dediğini duymamak.
...
Bakın Trump "Füzelerimiz hazır, gönderirim ha" dese de; ABD'nin oturmuş olan geleneksel derin devleti dikkate bile almadı, Trump'ı adeta yok hükmünde görüyorlar.
...
Bizim devletimizin de değişmeyen; gelenekselleşmiş iç ve dış siyaset anlayışı vardı ancak AKP iktidarı süresince bir çok devlet geleneğimiz terk edildiği gibi bunlar da terk edilerek, başımıza çok belalar açıldı. İç güvenlikteki zafiyet fetö belasını, dış güvenlikteki zafiyet Suriye bataklığını başımıza sarmıştır. Özelikle son günlerde bu iki zafiyetin devletimiz ve milletimiz üzerinde açtığı derin yaraların sıkıntısını yaşıyoruz.
...
Mesela 16 yıl boyunca istikrarlı bir şekilde tek başına iktidar olan AKP hükumetinin bir koalisyon ortağı olsaydı; Fetö istediği yerlere, istediği adamları yerleştirmeyi başarabilecek miydi; elbette hayır, çünkü ortak kararnamelerle yapılan atamalarda koalisyonun diğer ortağı birisinde olmasa bile diğerinde illaki bir şekilde itiraz edecekti. Dolayısıyla, demokrasinin yakışanı aslında koalisyonlardır diye düşünüyorum. Koalisyonda yönetim, farklı görüşlerin ortak aklı ile yürütüldüğü için risk de doğal olarak azalmış oluyor.
...
Demokrat olmayı göze alabilecek yeterlilikte ve yürekte olamayanlar bu zafiyetlerini tek adamlı, otoriter sisteme sarılarak giderme yoluna gittiler. Ne gariptir ki; sistem değişikliğinin iki öncü ismi, seçildiklerinden beridir konumlarını değiştirmediler; partilerindeki bütün kurgular konumlarını korumak ve güçlendirmek üzerine olmuştur. Yani demem o ki; demokrat olabilmeyi bile beceremeyenlerin demokrasi inşa etmeleri mümkün değildir.
...
Ülkemizde sitemin değişmesine değil, demokrasimizin iyileştirilmesine ihtiyaç vardır. "Türkiye ortalama algı düzeyi" tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemini kaldırabilecek olgunlukta değil maalesef. Bu algı düzeyinin, seçilen en masum Cumhurbaşkanını bile baştan çıkarmaması mümkün değil. İnşallah 2019 seçimlerine kadar "Türkiye ortalama algı düzeyi"mizin niteliği artar, bugün fiilen icra edilen ve sürekli devletimizi ve milletimizi hop oturtup, hop kaldıran tek adam iradesine dayalı partili Cumhurbaşkanlığı siteminin kalıcılığına fırsat verilmez.


FETÖ Davasında miladi 17/25 değil AKP'nin kuruluşu itibaiyle olmalınmalıdır.
Efendim fetö davalarında milad 17/25 Aralık alınmış; niçin, AKP kandırıldığını ancak o zaman "Anlamış" da ondan. Peki daha evvelden anlayanlar tam akıllı da; AKP'liler yarım akıllımıydılar; elbette değillerdi.
...
Peki AKP dışındaki herkes yıllar önce işin içinde bir puştluğun olduğunu anlamışlar; kitaplar yazılmış, kumpaslar kurulmuş, genel kurmay başkanı hapse atılmış, genel kurmayın kozmik odasına girilmiş. Bütün bunların hiç birisi "muhteremin" kandırılmasına kadar puştluğun fark edilmesi için etkili olamıyor öyle mi; hiç de değil.
...
Ne fark edilmemesi be; kendi milletvekillerinin dediği gibi "Ordu vesayetini kırmak için ABD ve cemaat ile işbirliği" yapmışlardı. İktidar olmuşlardı ama direnç gösteren cumhuriyet kurum, kuruluş, değer ve kazanımlarına karşı muktedir olamamışlardı, bunun için cemaat sopası kullanılmıştır.
...
Dolayısıyla cemaat tarafından sürdüregelen puştluk çok iyi fark edilip, bilindiği halde müdahale edilmemesinin nedeni, tamamen ve tamamen muktedir olmak adına göz yumulmasıdır. Nasıl olsa puştların mağdur ettikleri canlar kendilerinden değil, muktedir olmalarına mani olan karşı taraftaydılar. Dolayısıyla "Kadayıfın altının kızarması"nı beklemenin bir mahsuru yoktu.
...
İşte bundan dolayıdır ki; kendi canlarının yandığı 17/25 Aralık'ı milad kabul etmişlerdir.
...
Peki 2010 referandum arifesinde "cemaatin" referandum için gayretleri ve "Mezardaki ölülerinizi bile dirilteceksiniz" söylemleri karşısında bir Türk milliyetçisi olarak, cemaatin bu tür işlere burnunu sokmaması gerektiğinin kavgasını bilerek, isteyerek, şuurlu şekilde verirken; "Muhterem" ve tüm AKP'liler de dahil olmak üzere; "Siz alnı secdeden kalkmayan bu muhterem adamdan ne istiyorsunuz" şeklindeki uğradığımız haksız ithamları ne diyeceğiz. Sormak isterim biz böyle düşündük diye olmadık hakaret içeren ithamlarda bulunmuş olanlara sövmenin sevabı var mı dır, yok mu dur.
...
Size bir şey söyleyeyim mi; tek adamlı partili Cumhurbaşkanlığı sistemine geçilmesi, 2019 yılında da Cumhurbaşkanlığın kazanılıp, ısrarla devamının istenmesi; tamamen ve tamamen AKP'nin paşa gönlüne göre miladi diye belirlediği 17/25 Aralık'ın çok daha eski yıllara çekileceği ihtimalidir. Miladi olarak 17/25 Aralık'ın geriye çekilmemesinin en gerçekçi nedeni de; 15 Temmuz kalkışmasının siyasi kanadına ulaşılacağı gerçeğidir.

Vatandaş daima gördüğüne inanıyor; görselliğin esareti altında kararlarını veriyor
Vatandaş gördüğüne inanıyor. Görmesi için herhangi bir bedel ödemediği için de; hükumetin sürekli göze hitap eden imar işlerine önem vermesi; sürekli kazanması için kendince en makul hükumet etme stratejisidir. Mesela niçin milyar dolarlar harcayıp, bilmem nereye elektrik üretecek santraller yapsınlar ki; nasıl olsa üzerinden geçilen köprüler, tüneller veya yollar kadar çok insan tarafından görülmeyecektir.
...
Dolayısıyla 2002 yılında 130 milyar dolar olan dış borcun bugün 485 milyar dolar olması vatandaşa verilen makarna kadar, çift yönlü yol kadar, boğaza yapılan köprüler, içinde yolculuk yaptığı metrolar gibi somut gerçekler olarak gözükmüyor.
...
Oysa 485 milyar doların ne demek olduğunu, kendisini nasıl etkileyeceğini; eline tutuşturulan makarna kadar, üzerinden geçilen köprüler kadar somut anlatılabilse; "Obooovvv ben ne halt ettim de oyumu verdim" diyeceklerdir.
...
Dolayısıyla hükumet nasıl ki yolları, tünelleri, köprüleri; yollardaki peyzajları gösterip, milleti ikna edebiliyorsa; muhalefet de 485 milyar dolar borcun ne demek olduğunu vatandaşa anlatabilmelidir. Vatandaşın önüne 485 milyar doların getirilip, "Ahanda bu kadar dolar" diye gösterilemeyeceğine göre, bunun bir şekilde formülünün bulunması gerekiyor. Mesela 485 milyar dolarla AKP iktidarı süresince yapılan tüm yatırımların kaç katının yapılabilineceğinin anlatılması gerekir. Çünkü iktidarı belirleyen "Türkiye ortalama algı düzeyi" 485 milyar dolar ile 750 milyar dolar arasında telaffuz farkından başka ciddi bir fark görmez. Bu psikolojik halden dolayıdır ki; millet olarak cebimizde beş kuruş karşılığı olmayan kredi kartlarımızı her vesile ile çok kolayca kullanırız, ta ki; son ödeme günü gelene kadar, yani durum somutlaşana kadar.
...
AKP'nin her defasında kazanmasının nedeni, "Türkiye ortalama algı düzeyi"ni ölçmüş, biçmiş bir sonuca varmış ve bu sonuca varışı formüle edip, her seçim sürecinde uygulamaya koyuyor, istediği sonucu elde edebiliyor. Şimdi muhalefet açısından iktidarın formülüne karşı geliştirebileceği tek formül 485 milyar dolar dış borcun somutlaştırılarak, mümkünse göze hitap edecek şekilde anlatılması gerekir.


ABD Suriye'yi Miraç gecesinde bombaladı.

ABD, Suriye'yi mübarek bir gecede bombalamakla, Suriye'de daha güçlü hale geleceği aşikar değil mi. Peki, Suriye'de güçlü bir ABD'nin varlığı Türkiye'nin mi işine gelir, yoksa PYD ve YPG'nin mi işine gelir.
...
Hal böyleyken, ABD'nin ümmet topraklarını bombalaması, nasıl olur da bizleri mutlu eder ki. Güçlü bir ABD, güçlü bir PYD/YPG demek değil mi dir. Yoksa biz ABD'ye "Bırakın PYD/YPG'yi, onlardan ne istiyorsanız biz de verebiliriz" mi dedik ve "Eyyy ABD" demekten vaz geçtik.
...
ABD'ye aferin denilmesinden anlaşılması gereken; bunun 2019 seçimleri için sürdürülen stratejinin bir parçası olduğudur.

Mehmet Soral

Bu e-Posta adresi istenmeyen posta engelleyicileri tarafından korunuyor. Görüntülemek için JavaScript etkinleştirilmelidir.