Yapılan araştırmaya göre, okulda en çok erkek öğrenciler, çok film izleyenler ve anne babaların eğitim düzeyi düşük olan çocuklar kaza geçiriyor. Kazaların çoğu dikkatsizlikten kaynaklanıyor; yine büyük çoğunluğu okul bahçesinde ve Salı günü oluyor. Bu kazalar en çok düşme sonucunda ve kendisinden sonra ikinci sırada ise akranlarından kaynaklanıyor. En çok 12-14 yaş aralığında olan çocuklar yaralanmakta olup, ailelerin büyük çoğunluğu çocuklarına okul kazaları ile ilgili bilgilendirme yapıyor. Belki de en önemli olan veri ise bu kazaların, yaralanmaların açık ara teneffüslerde olması, ikinci sırada ise Beden Eğitimi derslerinde...(*)

Her ne kadar yaralanmalar Beden eğitimi dersinin fıtratında olsa da bu derste yaralanma sıklığı en aza indirilebilir. Bu sorun öğretmenlerimizin biraz dikkatli ve ilgili olması ile ilgili. Ancak teneffüslerde okul kazası görülme sıklığı bu düzene göre normal görülüyor. Çünkü teneffüs boşluk bir zamandır ve çocuk eğitimi boşluk kabul etmez. Bu boşluğu nöbetçi öğretmenlerle kapatmaya çalışan sistemde, okul kazaları en çok neden teneffüslerde yaşanıyor? Sorunun öğretmenlerden kaynaklanmadığı kesin. Eğer nöbetçi öğretmenler olmasa durumun daha vahim olacağı da ortada. Okul çok hareketli ve mekân olarak da geniş bir ortam, nöbetçi öğretmenin gücünü ve kabiliyetini aşan bir durum olduğu açıktır. Bu durumdan, çocukların üzerinden gözümüzü hiç ayırmamamız gerektiği sonucunu çıkarabiliriz. Bu da ancak kendi öğretmenleri ile mümkün olabilir.

Okullardaki ders sayıları çok fazla. Şu niceliklerle sorunları çözebileceğimiz anlayışından kurtulup niteliğe bir önem verebilsek… Çok sınav, çok ödev, çok ders, çok ve uzun teneffüs… Niceliği çok değerli bir şeymiş gibi gösterip, niteliği halının altına süpürmek gibi bir hususiyetimiz var.

İlkokulda altı saat ders çok fazla. Üstüne etütler, hafta sonu kursları ile internetten yarım saatte öğrenebilecekleri konuları öğretmeye çalışıyoruz. Bunu yaparken de sınıftan çıt çıkmasın istiyoruz. Hep öğretmen konuşsun, öğrenci ağzını açmasın, gezinmesin diyoruz. Böyle sınıfa ve öğretmene de övgüler diziyoruz. Okullarımızı yaşam alanları olmaktan çıkarıp, çocukları kilisede oturtur gibi olmayacağı kanısındayım bu işlerin. Sonra da teneffüslerde aşırı bir hareketlilik karşısında şaşmamak elde değil. İtişen, kakışan, koşan, çarpışan çocuklar… Bu, çocukların suçu değil, biz büyüklerin suçu. 30-40 dakika çıt çıkarmadan oturttuğunuz çocuklardan başka bir şey bekleyemezsiniz. Şunu da belirtmekte fayda var ki, ilk kademe okullarında çıt çıkarmayan sınıfın öğrencileri, ortaokul sıralarında uyumsuz oldukları gözlemlenmiş. Çocukların katılımı sağlanarak ders işlenirse hem çocuklar daha iyi öğrenir, hem de öğretmenlerimiz daha az yorulup daha çok şey öğretirler. Böylece teneffüslere de gerek kalmaz. Kısaca az zamanda çok işler başarabilir, çocuklarımızın da güvenle, kazasız, belasız evlerine gitmelerini sağlayabiliriz.

Anasınıfı öğretmenlerimizin de ders saatlerinin belirlenmesi ve teneffüs hakkı verilmesini talep ettiklerini duyuyoruz zaman zaman; öğretmenlerin böyle taleplerini iletmeleri normal de karşılanabilir. Ancak eğitimi öğretmene göre değil, öğrencilere göre düzenleme gibi bir zorunluluğumuz var. Tıpkı uzun yaz tatilinin öğrencilere göre düzenlenmesi gibi.

Ortaokul ve liselerde de teneffüsten kurtulmanın yolu var elbette: Yine "çıt çıkmasın" eğitim anlayışını terk edip, öğrencilerin de derslere katılımını sağlayıp, sorun çözmelerine yönelik olarak onlara fırsatlar sunmalıyız. Yine dersleri ve sayılarını sadeleştirmekle de insani bir eğitim mümkün olabilir.

Son yıllarda okullarda iş sağlığı ve güvenliği ile alakalı olumlu gelişmelerin olduğu sevindirici bir durumdur. Ancak okullarımızdaki o anlamsız koşturmanın önüne geçmemiz gerekmektedir. Bununla ilgili önerileri dile getirmeye çalıştım. Şunu bilmemiz gerekir ki eğitim o kadar karmaşık bir alan değil. Belki de büyük düşündüğümüz için yol alamıyoruz. Galiba küçük düşünüp, küçük dokunuşlar yapmamız gerekiyor. Buna teneffüsleri kaldırıp, doğal akışında küçük molalar vererek, çocuklarımızın güvenliğini sağlamakla başlayabiliriz.


(*)Türkiye Çocuk Hastalıkları Dergisi-Cilt 2-Sayı 3-2008-s.7-18