Çin,Doğu Türkistan bağımsızlık hareketini baltalamak için radikal islami örgütlerle bağlantılı yalanına başvurur.Türkiyedeki Çinci cenahta bunndan etkilenerek ağabaları,efendileri Çinin bu tezini Türkiyeye uygulayarak, Türkiye'de darbe yapmaya kalkan Fetöcü hainlerle Doğu Türkistan davası arasında bir bağ olmadığı halde komplo teorisi ortaya atarak kurmaya çalışarak Doğu Türkistan bağımsızlık hareketini Türkiye Türkleri gözünde itibarsızlaştırmaya Çinin Doğu Türkistandaki katliamlarının üzerini örterek, Çini Türk milleti gözünde aklamaya çalışırlar,Çinin bu ajan ve devşirme takımı Çinin Doğu Türkistandaki İşgalinin ve sömürgeciliğinin en büyük destekleleyicisidirler..
Beste Macaes(Beste Öneren) adlı Vatan Parti yöneticisi Çin devşirmesi nasıl attığı Twitte nasıl Çin ağzını kullanıyor şaşarsınız, Çin İşgal yönetimi Doğu Türkistan bağımsızlık hareketini baltamak için Radikal islami örgütler, IŞID ve El-Kaideyle ilişkilendirirdi Bu kadında AKP desteğini arkasına almak için Doğu Türkistan davasını savunanları Fetöyle ilişkilendiriyor. Beynine Bakın Çin Düşmanlığını,Türkiye Düşmanlığı olarak gören zavalı,damarlarında Türk kanı taşıyan her Türk Çinden nefret eder,Türkiyeyi Türklüğün bağımsız son kalesi olarak görür.Türkiyeyi büyük bir aşka sefer, ömrünü Türk birliği idealıne adamış Alaş Orda hükümetinin üyesi büyük dava adamı Mustafa Çokay "Her Türk'ün iki vatanı vardır: Birincisi kendi doğduğu topraklar, ikincisi Türkiye'dir"sözüyle büyük Türkistan Türklerinin Türkiye sevgisin haykırıyor.
ABD uşağı CİA ajanı Fethullah gülen hiç bir zaman Doğu Türkistan davasını desteklememiş,Cemaatının yayın organlarında Doğu Türkistan davasının destekler mahiyette yazılar çıkmamıştır.
Fethullah Gülen denen hain, verdiği mülakatta Şu ifadeleri Kullanıyor:
Dünyanın işgali ile alakalı endişeler olabilir. Karl Marks'ın tüm toplumlar arasında gördüğü cebri determinizm burada da eğer söz konusu olacaksa, bu kaçınılmazdır. Bir hadis-i şerifte de buna benzer bir ifade var. İşte, acaba değişik eyaletlerde ayrı düşünce akımları meydana getirerek burada da bu anlayışı delebilir miyiz, dalgakıran olabilir miyiz, dünyayı saracak böyle büyük bir tehlike karşısında şimdi toprağa atılan çekirdekler, gelecekte –eskilerin ifadesiyle– neşv-ü nema bulabilir mi düşüncesi içindeyiz? Çin'den şimdilik endişemiz yok. Çünkü, ancak Çin halkının bize karşı duyduğu endişe ile bize farklı davranmaları söz konusu olabilir. İkinci olarak, Amerikalılar çok iyi girmişler Çin'e. Amerikalılar Çin'de Türkler'e karşı bir endişe uyarırlarsa, o zaman Çinliler bize karşı bir endişe duyabilirler. Biz, her iki cepheye de endişe vermemeye çalışıyoruz, çünkü Mesihî bir ruh, diyalog, hoşgörü ruhuyla dünyada huzur ve sükûn adına hareket ediyoruz. Bir katalizör olabilir miyiz diyoruz. Meselenin bir yanı bu. Buralara kadar dünyaya açılmaya çalışmamız tamamen insanlık adına bir açılmadır. Küreselleşen bir dünyada, gelecekte komşu olacağımız insanlarla daha erken bir dönemde tanışmayı düşünüyoruz. Telekomünikasyon ve ulaşım sistemleri bizi aynı odanın içindeki insanlar haline getirecek. Birbirimizin yüzüne baktığımız zaman da daha erken tanıyalım diyoruz, sesimizi soluğumuzu duyuruyoruz.
Batı Trakya'ya Sahip Çıkmak
Bir diğer taraftan, kendimize Yunanistan'da bir yer ararken Batı Trakya'ya sahip çıkılmamalı. Çünkü orayı onlar kanayan bir yara olarak görüyor. Bu yarayı kaşımak, Yunanistan'ın hiçbir yerinde hiçbir şey yapamamaya baştan mahkûm olma demektir. Fakat Selanik veya Atina dediğimiz zaman, Yunanlılar bunu çok soğuk karşılamadılar. "Korkmayın bizden, siz gelin bizde okul açın, çocuklarınızı buraya gönderin, biz bakalım, burs verelim" dedim. Biz de size gönderelim. Korkmayın, bir şey bulaştırmayız size dedik. Buna sıcak baktılar. Bunun yerine Gümülcine, İskeçe deseydik, bizde başka niyet arar ve değişik kuşkularla bakarlardı.Tıpkı bir yabancının G.Doğu'da Kürtleri hareketlendirmesi gibi bir problem olurdu. Onun için Çin'de Doğu Türkistan'la, Sincan'la meşgul olamayız. Hiçbir ülkenin yara gördüğü noktayı kaşıyamayız. Bu takdirde, daha başta problem haline gelir ve müspet hiçbir şey yapamayız. Fakat toplumlar arasında bir katalizör, güvenilir bir denge unsuru haline gelindiği zaman, mağdurların mağduriyetini gidermede daha etkili olunabilir."Çin, Sincan'da, Doğu Türkistan'da Türk diye bir şey yok. Belli bir dönemde Müslümanlaştırılmış Çinliler var"diyor. Ama, toplumların huzuru ve genel denge adına herkese eşit muamele yapılması gerektiğine, herkesin hür insanlar olarak yaşama hakkına sahip bulunduğuna insanlar inandırıldığı zaman, hadiseler bunu ispat ettiği zaman, mağduriyetler giderilmiş olacaktır.
Bazı arkadaşlar Çin'e gidip geliyor, okul açmak için, ticari münasebet kurmak için gidip geliyor. Şu ana kadar bir problem olmadı. Ortak okul açma projeleri var. Çince'yi, İngilizce'yi, Türkçe'yi öğrenme ve öğretme projeleri var. Dünyanın bu iki eski milletinin, Yunus felsefesiyle, tanış olmalarını arzu ediyoruz.Kadim Türk yurdu Doğu Türkistana Çinin ağzıyla Sincan(: Xīnjiāng )diyen bu kansızlardan biri olan bu Çinsever Doğu Türkistan bağımsızlık hareketini CİA ,ABD destekli bir hareket olarak görüyor,Halbuki Doğu Türkistan sorununun kaynakları çok eskilere dayanır.Doğu Türkistan Türklerinin Ülkelerindeki Çin işgali, sömürgeciliği ve Han Kolonizyalizmi ile etnik Çin Irkçılığına dayanan faşist uygulamalarına karşı direniş, mücadele ve kutsal Ayaklanmalarının tarihi ABD. başta Batılı Ülkeler ve Japonya'nın bu sorun ile ilgilenmeye başladıkları tarihlerden çok daha eskilere dayanır.Çinin sözcülüğünü,yaparlar,ya bilmeyerek, Doğu Türkistan Bağımsızlık hareketi ABD süper güç olmadan çok eskilere dayanır, man kafalar, Doğu türkistan tarihini iyi inceleyin,ABD'nin doğu Türkistan sorunuyla ilgisi çok yenidir.Hem ABD ilgileniyor diye mi bu sorun ortaya çıkmış, Çinli işgalcilerin ve sözcülerinin iddiasına göre Doğu Türkistanlılar mutluysa niye sürekli ayaklanmalar,çıkıyor,binlerce Doğu Türkistanlı Çin zülmunden kaçmak için yurtdışına kaçıyor? kaçakken yollarda ölüyorDoğu Türkistanda 3 milyon İnsan Çinin Nazı kamplarında zorla niye alı konuyor?
Çin'in Doğu Türkistan'ı işgal ederek koloni haline getirme girişimi Mançur Hanedanı döneminde, 18.yy ortalarında başlar. Doğu Türkistanlılar Çin istilasına karşı koymaya çalıştılar; ellerindeki imkanlar ölçüsünde mücadele ettiler.
Mançurlar silah ve asker sayısı bakımından çok üstün durumda olmalarına rağmen, Doğu Türkistanlılar'ın sert direnişi karşısında zor durumda kaldılar. Direnci kırmak için sık sık katliamlar yaptılar. 1763'den başlayarak 1850'lere kadar uzanan bu ilk mücadele döneminde binlerce Doğu Türkistanlı can verdi. Her başkaldırı girişiminden sonra Çinlilerin zulmünden kurtulmak isteyen on binlerce Türk, Batı Türkistan'a sığınmak zorunda kaldı.
1863 yılında başlayan yeni direniş hareketi öncekilerden daha değişik özellikler taşıyordu. Bu defa belli bazı şehirlerde değil, bütün bölgelerde aynı zamanda harekete geçilmişti. Çin güçleri genel karakterli bu ayaklanmaya karşı koyamadılar. Bu başarıda direnişin önderi konumuna gelen Yakup Beğ'in iyi yönetiminin ve toparlayıcı özelliklerinin büyük payı vardı.
Yakup Beğ ufku geniş bir liderdi. Çin güçlerini püskürterek Doğu Türkistan'ı kısa bir süre de olsa esaretten kurtarınca yaptığı ilk iş payitahta bir elçilik heyeti göndermek, padişah Sultan Abdülaziz ile temas kurmak oldu. Halife'ye hürmet ve bağlılığını arz ederek, Osmanlı Devleti'nin Doğu Türkistan'ı himayesi altına almasını, asker ve silah yardımı yapmasını talep etti. Bunun da ilerisinde mümkün olabilirse bir Osmanlı şehzadesinin Doğu Türkistan'daki yeni devletin başına geçmesini arzu ediyordu.
Osmanlı Padişahı bir miktar silahla, askeri eğitim verecek elemanlardan oluşan bir askeri heyeti Doğu Türkistan'a gönderdi. Böylece Türkiye'den gelen yardımlarla seksen bin kişilik bir ordunun kurulması sağlandı. Sultan Abdülaziz'in bu tarz yardımları ileriki yıllarda da devam etti. Doğu Türkistan'da Osmanlı Padişahı adına hutbe okundu, gümüş para bastırıldı.
İki Türk Devleti arasında kurulan bu ilişkiler, Rusya ve İngiltere tarafından yakından izleniyordu. İngiliz Hükümeti Yakup Beğ'in kurduğu hükümeti tanıyarak bir elçilik heyeti gönderdi. Amaçları bu yeni oluşumu kontrolleri altına alarak, Rusya'nın Hindistan'a yönelik muhtemel bir girişimini engellemekti. Ancak Yakup Beğ idealist bir insandı; bağımsız hareket etmekte kararlıydı. Bekledikleri tavrı görmeyen İngilizler desteklerini bir süre sonra çekip izleyici olmayı tercih ettiler.
Bu gelişmelere ilişkin olarak Sinolog Eberhard şunları yazıyordu: "Osmanlı Devleti, sırf teknik sebeplerden ve sonra dahili vaziyetten dolayı yardımda bulunamadı. Rusya ile İngiltere, vakıa Türkistan'da Çin hakimiyetinin zayıfladığının görmek istedi. Fakat ne Rusya, ne de İngiltere Yakup Beğ'i kontrolleri altına alamadıklarından, yeni kuvvetli bir devletin kurulmasını da istemiyorlardı. Böylece her iki büyük devlet, Türkistan'ın Çin hakimiyeti altına girmesini tercih ediyorlardı."
Sultan Abdülaziz'in tahttan indirilmesi sonucu, en fazla yardıma ihtiyacı olduğu bir dönemde, Doğu Türkistan'la kurulan ilişkiler kesildi. Oysa Mançurlar Doğu Türkistan'dan vazgeçmek niyetinde değillerdi. Hazırlıklarını yaptıktan sonra 1875'de yeni bir istila hareketi başlattılar. Yakup Beğ çok kalabalık Çin ordusuna karşı kahramanca direndi. Ancak muharebenin en kritik günlerinde büyük bir talihsizlik yaşandı. Yeni Doğu Türkistan Devleti'nin yiğit ve başarılı yöneticisi aniden hastalandı ve vefat etti. Bu acı haber Doğu Türkistanlılar'ı doğal olarak olumsuz etkiledi. Yüzyıllık bir mücadele döneminde zorlukla sağlanmış olan birlik, merkezî sevk ve idare olmayınca Mançurlar'a karşı konulamadı ve Doğu Türkistan bir kere daha Çin esaretine girdi.
Çin, stratejik bakımdan büyük değer verdiği ve ülke savunması açısından vazgeçilmez saydığı Doğu Türkistan'ı ele geçirmek ve direnişleri kırmak için son derece acımasız davrandı; sık sık katliamlar yaptı. Sinolog Dr.Wolfran Eberhard şöyle diyor: "Mançur istila devrinin diğer isyanları hakkında oldukça fazla bilgimiz varken, Çin kaynakları Müslüman isyanlarında susmaktadırlar. Yalnız pek az ve kesin olmayan bilgi veriyorlar. Resmi olmayan kaynaklarda, bu isyanlar bastırılırken pek çok zulüm yapıldığı bildirilmektedir. Kamsuda nüfus 15 milyondan 1 milyona düşerken, Türkistan ihtilali 10 milyon ölüye mal olmuştur."
DOĞU TÜRKİSTAN ADI ŞİNCAN'A DÖNÜŞTÜRÜLÜYOR
Mançurlar'in ikinci istilasından sonra, Çin Doğu Türkistan politikasını kökünden değiştirdi. Burayı koloni haline getirmek yerine, doğrudan imparatorluğa bağlı bir eyalet yapmaya karar verdi. Adını da "yeni toprak" anlamına gelen Çince "Shin Chiang" (Şincan) olarak değiştirdi. Aynı işlem şehir adları için de yapıldı. Genel valilik merkezi İli şehrinden Urumçi'ye nakledildi. Bir süre sonra Çin'de yönetim değişikliği oldu. 1911 yılında Mançur Hanedanı devrildi, Cumhuriyet ilan edildi. Ancak Uygurlar'a yönelik asimilasyon politikasında herhangi bir gevşeme olmadı.
Doğu Türkistanlılar'ı ezip sindirmek, kültürlerinden, dillerinden, dinlerinden uzaklaştırmak, Çince öğrenmeye mecbur bırakılarak asimile etmek istiyorlardı. Bölgenin nüfus yapısını değiştirmek üzere Çin'den kitleler halinde Çin'li getirilip yerleştiriliyor, ekonomik kaynaklar ve devlet imkânları bunlara tahsis ediliyordu. Uygurlar ikinci sınıf vatandaş sayılıyor, yönetimden uzak tutuluyor, kenarda yaşamaya mecbur bırakılıyorlardı. Önceki dönemden tek fark, baskı ve eziyetin Bölge Genel Valisi tarafından yapılmasıydı.
Devrik Mançur Hanedanı'na sempati duyan genel valinin, merkezi hükümetle ilişkisini alt düzeye çekerek bölgeyi kendi iradesine göre yönetmesi sonucu baskılar daha da şiddetlendi. Halkın soyulup ekonomik varlıklarının keyfi şekilde talan edilmeye çalışılması memnuniyetsizlikleri arttırdı. Sonunda bu zulüm ve baskılara dayanamayan Doğu Türkistanlılar Kumul şehrinde Hoca Niyaz Hacı ve Salih Dorga'nın yönetiminde harekete geçtiler; Çin kuvvetlerini bozguna uğrattılar. Bu başarı diğer şehirleri de etkiledi. Ayaklanma kısa zamanda bölgenin geneline yayıldı. Sadece Urumçi'de Çinliler'in hakimiyeti devam ediyordu. 1933'de Kaşgar'da bağımsız Doğu Türkistan Devleti kuruldu. Hükümetin başına Cumhurbaşkanı olarak Hoca Niyaz Hacı getirildi ve Kaşgar yeni devletin başkenti oldu.
Doğu Türkistan'da ikinci defa millî ve bağımsız bir devletin kurulması Çin'de olduğu gibi Sovyetler Birliği'nde de endişeyle karşılandı. Sovyet Rusya Urumçi'deki karmaşadan yararlanarak bölgeye asker sevketti. Sovyet askerleri ile Çin birlikleri arasında çatışmalar yaşanırken, Kaşgar'da kurulan yeni bağımsız devleti ortadan kaldırmak için bu iki devlet ortaklaşa hareket etti. Sovyetler Birliği Doğu Türkistan'da kurulacak bağımsız bir devletin, kendi bünyesindeki Türk halklarına örnek olmasından endişe ediyor, buna mutlaka engel olmak istiyordu.
Kaşgar'da ilan edilen devletin ne askeri bir gücü, ne de idari yapılanması vardı. Direnmenin imkansız olduğunu ve mevcut kazanımları da tehlikeye sokacağını gören Hoca Niyaz, Sovyetler'in teklifini kabul ederek, Kaşgar'dan ayrılmayı, Doğu Türkistan Eyalet Hükümeti Başkan Yardımcılığı görevine gelmeyi kabul etti.
Ruslar Doğu Türkistan'daki askeri güçlerini takviye ederek, bölgeyi tümüyle kontrollerine aldılar. Kısa süre sonra Hacı Niyaz Bey başta olmak üzere, Doğu Türkistan liderlerinin tamamını ve on binlerce insanı tutukladılar. O kadar ki hapishanelerde insanlar üst üste yığılı kalıyorlardı. Tutuklananlardan binlercesini ve Hacı Niyaz Bey'i kurşuna dizdiler.
Birkaç yıl sonra başlayan 2.Dünya Savaşı'nın ilk yılları Sovyetler Birliği için tam bir felaketti. Alman orduları Sovyet hatlarını kolayca yarmış, kuzeyden ve güneyden ikili kol halinde Rusya içlerine doğru hızla ilerliyorlardı. Stalingrad'a kadar süren bu ilerleyiş karşısında Sovyetler Birliği'nin yıkılma ihtimali gündemdeydi. Bu durumu fırsat sayan Doğu Türkistan'ın Çin'li genel valisi 1943 yılı başlarında Ruslar'ın bulundukları bütün idari kademeleri boşaltıp bölgede çalışan tüm elemanlarıyla birlikte çekilmelerini istedi. Batı cephesinde can derdine düşmüş olan Sovyet Rusya'nın bu ültimatoma uymaktan başka çaresi yoktu. Kendilerine verilen süre içerisinde bölgenin tamamından çekilip gittiler. Elverişli bir pozisyon kollayan milliyetçi Çin Hükümeti birlikleri Doğu Türkistan'ı kolayca işgal etti.
Çin askerlerinin bölgeye girmeleriyle birlikte asimilasyon girişimleri yeniden başladı. Buna karşı ilk tepki İli'de meydana geldi. Ali Han Töre'nin liderliğinde 1944 yılının Eylül ayında ayaklanma başladı. 1940 yılından beri silahlı mücadele veren ve Uygurlar tarafından çok sevilen Osman Batur bu harekete katıldığını bildirdi. Aynı yılın Aralık ayında bağımsızlık ilan edildi ve Ali Han Töre Cumhurbaşkanı oldu. Ayaklanma kısa sürede diğer şehirlere de yayıldı. Çinliler Urumçi dışında kontrolü kaybettiler.
Doğu Türkistan'daki bu gelişmeler Batı Türkistan'a egemen olan Sovyetler Birliği'ni doğal olarak tedirgin etti. İlk başlarda milliyetçi Çin yönetimine karşı ayaklanmayı teşvik ederken İli'de Cumhuriyet'in kurulması üzerine tutumunu değiştirdi. Türkler'e Çin'le uzlaşmaları için çağrı yapmaya başladı. Uygurlar bir kere daha Çin ile Rusya'nın kıskacı altında kalmışlardı. Çaresizlik içinde hükümeti dağıtarak Çin ile barış yapmayı, böylece durumu kurtarmayı uygun gördüler.
Bu sırada Ruslar Ali Han Töre'yi kaçırarak baskı yapmaya başladılar. Sonunda Çin hükümetiyle yapılan anlaşma çerçevesinde Uygurların da içinde yer aldıkları ortak bir yönetim yapısı kuruldu. 1947 yılının Mayıs ayında öğrenimini Türkiye'de yapan Dr.Mesut Sabri Baykuzu Doğu Türkistan Eyalet Başkanı oldu. Bu önemli bir gelişmeydi. Yeni hükümet vakit geçirmeden Doğu Türkistan Türkleri'nin kültürel, sosyal ve ekonomik çıkarlarına hizmet etmek amacıyla girişimler başlattı. Bu durum hem bölgeyi kontrolleri altında tutmaya çalışan Rusları, hem de milliyetçi Çin hükümetinin tepkilerine yol açtı. İki taraf arasında yapılan işbirliği sonunda Dr.Mesut Sabri görevden alındı; yerine Sovyetlerin sadık elemanı Burhan Şehidi getirildi. O sırada Çin'de rejim değişmiş, Mao Tse Tung yönetimindeki komünistler iktidara gelmişlerdi. Komünist birlikler 1949 yılının son baharında Doğu Türkistan'a girdiler ve kısa zamanda bölgenin tamamını işgal ettiler. İsa Yusuf Alptekin ve Mehmet Emin Buğra gibi bazı Türkistanlı liderler, mücadeleyi dışarıda sürdürmek, meseleyi Dünya'ya duyurmak amacıyla ülkeyi terk etmeye karar verdiler. Tibet üzerinden Himalayalar'ı aşarak önce Hindistan'a, daha sonra Türkiye'ye intikal ettiler.
Türkiyedeki bazı boş kafaları Çinin gönüllü ajanları Çinin Doğu Türkistandaki zülmunun üzerini örtmeye kalksa da onlaraÇinin zorba kızıl faşist diktatörü Maonun bir sözüyle cevap vereyim,Mao demiş ki: "Nerde zulüm varsa, orada direniş vardır."Doğu Türkistan gerçeği,Uygurların var olma mücadelesi ve direnişi sürüyor.Bu direniş bağımsızlığa kadar sürecektir. Çin Dünyanın en kalabalık ülkesi olsada mühim olan inanç ve direniştir.Her direniş yeni bir dirlişe Gökbayrağın özgürce Doğu Türkistan semalarında dalgalanacağı günlere bir İşarettir.
Tanrı Türkü Korusun ve Yüceltsin!
Kaynakça:
1)FETULLAH GÜLEN'İN ÇİN VE UYGUR TÜRKLERİNE BAKIŞI(http://www.gokbayrak.com/haberler/fetullah-gulen-in-cin-ve-uygur-turklerine-bakisi)
2): http://tr.fgulen.com/content/view/7877/15/ (23.07.1997)